Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 3: Baba-Oğul Kavalalı Paşalar ve Suriye

Araştırmacı Mehmet Akif Koç, Suriye'nin tarihsel ve sosyolojik sürecini inceleyen serinin devamında; Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa'nın Suriye'deki hakimiyetlerini, Osmanlı İmparatorluğu'yla girdikleri iktidar mücadelesini ve bölgedeki dış güçlerin etkilerini Fokus+ için inceledi.
Mehmet Akif Koç
Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 3: Baba-Oğul Kavalalı Paşalar ve Suriye 

18.02.2025 - 15:01  |  Son Güncellenme: 01.09.2025 - 15:19

Napolyon ve Fransız ordusunun başarısız Mısır işgali 1801’de sona erdiyse de etkileri uzun müddet başta Suriye ve Mısır olmak üzere tüm bölgeyi derinden etkileyecekti. Zira bu süreç şu üç sonucu açık ve net bir şekilde ortaya çıkarmıştı:  

a) Osmanlı İmparatorluğu kendi topraklarını savunabilir durumda değil, uygun vesilelerle Avrupalı güçler bu “zayıf ve hasta adam”dan parçalar koparabilir (nitekim ilerleyen yıllarda Balkanlar ve Orta Doğu’da pek çok Osmanlı toprağı bu şekilde koparılacaktı), 

b) İngiltere 1801’den itibaren Osmanlı’nın koruyucusu olarak ortaya çıktı, bu dönemde Osmanlı’nın yıkılması Rusya, Fransa, Avusturya ve diğer Avrupalı devletleri daha da güçlendireceğinden Londra’nın işine gelmiyordu. Ancak İngiliz himayesi bilâbedel ve bedava değildi, zaman içinde Kıbrıs ve Mısır bu himayeye karşılık Londra’ya bırakılacaktı,

c) Haçlılar 1290’larda Orta Doğu’dan tamamen atılmışlar, son Haçlı Seferi 1365 Ekim’de İskenderiye limanından Mısır’a girdiyse de bölgede tutunamayıp Memlûklerce birkaç gün içinde geri püskürtülmüştü. Bu tarihten itibaren 330 yıl boyunca Haçlılar bir daha bölgeye uğrayamadı, ancak Napolyon’la birlikte 1798’den itibaren Avrupalıların bölgeye müdahaleleri bir kez daha başlayacak ve sonraki yıllarda artarak sürecekti,

d) 1789 Fransız İhtilali’nin etkileri ete kemiğe bürünüp Napolyon ordusuyla Mısır’a getirilmediyse de, bu dönemde ortaya çıkan modern milliyetçilikler ve halkların kendilerini yeniden keşfetmeleri süreci hızlanarak imparatorluklar ölçeğinde domino etkisi yaratacak ve Osmanlı’nın çok dilli ve çok milletli yapısını –bilhassa Balkanlar ve Orta Doğu’da- kökünden sarsacaktı.

Napolyon’un Orta Doğu’ya mirası  

Napolyon işgali 1798’de başlayıp, üç sene sürmüş ve 1802’den itibaren bölgede tek bir Fransız askeri kalmamışsa da, sonuçları ve kapısını araladığı yeni süreçler itibariyle, Napolyon’un Orta Doğu’nun kaderini ebediyen değiştirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Hatta denilebilir ki Orta Doğu’nun son beş asrında iki gelişme olumlu ve olumsuz yanlarıyla öncelikle belirleyici olmuştu: 

a) 1514-17 sürecinde Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’yu kontrol altına alması ve 

b) 1798’de Napolyon’un Mısır ve Suriye’ye ayak basarak “Haçlılar/Avrupalıların” bölgeye ilgisini yeniden başlatması.  

Osmanlı düzeni bölgeyi yaklaşık dört asır boyunca, kendi içinde ideal ölçekte bütünlüklü ve birbirine tam manasıyla entegre olamasa da bir bütün halinde tutarak dışarıya karşı koruyabildi. Ancak İstanbul’un Avrupa’da yükselen yeni trendleri (bilhassa modernleşme ve sanayileşme) yakalayamaması devleti zayıf ve geri bıraktığı gibi, İstanbul’un kontrolündeki Orta Doğu’yu da hem zayıf bırakıp dış etkilere açık hale getirdi, hem de bir bütün halinde birbirlerini karşılıklı olumsuz etkileyerek günümüze kadar gelen negatif imajları ve algıları besledi.  

Napolyon ve Fransızların 19. yüzyıl boyunca bölgeye etkisi temelde birkaç eksende gelişim gösterdi:  

i) Avrupalı güçlerin bölgeye ilgisi canlandı, Osmanlı devlet yapısı ve ordusu zayıfladıkça bu ilgi de somutlaşarak arttı, 1915 Arap İsyanı döneminde ve sonrasındaki süreçte zirveye ulaştı,  

ii) Bölgedeki toplumlarda, bilhassa Araplarda milliyetçilik canlandı ve gelişti, zaman içinde ayrılıkçı eğilimler güç kazandı,  

iii) Bölgesel milliyetçilikler güçlendikçe, bölgeye ilgisi hızla artan Avrupalı güçlerin siyasi müdahaleleri için uygun zemin oluştu, bölge halkları da Osmanlı idaresine karşı dış destek arayışına yöneldi,  

iv) Bilhassa Arap milliyetçiliğinin gelişim sürecinde Avrupa ve modernleşme kültürüyle etkileşim çabası yoğundur; matbuat faaliyetleri ve edebi/kültürel canlanmaya ilaveten, Avrupalıların bölgedeki konsolosluk ve misyoner faaliyetleri de bu canlanmayı her açıdan destekledi. 

Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın yükselişi  

Napolyon işgali sona erince Mısır ve Suriye’de ortaya çıkan yeni durum yakından incelenmeyi hak edecek kadar kritiktir. Osmanlı Devleti’nin Fransa’yı tek başına Mısır’dan çıkarmaya gücünün yetmeyeceği aşikârdı, bu noktada Fransa’daki yeni saldırgan yönetimi sınırlandırmak için Paris’le rekabet içinde olan İngiltere devreye girdi. 1801’de İstanbul ile Paris arasındaki anlaşmanın ardından Fransızlar Mısır’dan ayrıldı. İngiliz ordusu bu çekilme sürecine nezaret edip 1803 Mart’ında tüm güçlerini Mısır ve Suriye’den çekip ayrıldı. İstanbul’dan müdahale için gelen Yeniçeri ve Sekban-ı Cedid birlikleri de Kasım 1801’de İskenderiye’den, Şubat 1802’de ise Suriye’den çekildi.  

Osmanlı Devleti, kâğıt üzerinde kendisine bağlı olan Mısır ve Suriye’den kendi askerlerini geri çekmek durumundaydı, çünkü İngiltere ile yapılan anlaşma bunu gerektiriyordu. Zira Mısır ve Suriye’de güçlü bir Osmanlı askeri varlığı Londra’nın bu aşamada istediği bir durum değildi. Ancak İstanbul yine de Mısır’da eski hâkimiyetini yeniden tesis etmek arzusundaydı. Önce Hüsrev Paşa üzerinden bunu denedi, ama başarılı olamadı. Hem Memlûk bakiyeleri hem yerel eşraf ve ulemanın rekabeti hem de askeri birlikler içinde güçlenen yeni bir isim bunu ustalıkla engelledi.  

Osmanlı sarayının 1802 sonrasında Mısır’a atadığı dört vali de (Hüsrev, Tahir, Ali ve Hurşid Paşa’lar), Kavala’dan getirilen ve Mısır’daki Osmanlı güçlerinin omurgasını teşkil eden 300 kişilik Arnavut birliklerinin komutanı Mehmed Ali karşısında başarısız oldu. Kavalalı politik manevraları sayesinde, bu dört valiyi de bertaraf ederek Kahire’deki eşraf, ulema ve halkın desteğiyle kendini İstanbul’a “dayattı”. Nihayetinde Babıali Temmuz 1805’te bu ihtiraslı ve kudretli genç adamı Mısır valisi olarak atamak zorunda kaldı ve 1952’deki Hür Subaylar Darbesi’ne kadar sürecek Kavalalı hanedanı başladı.  

Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa ve Suriye hâkimiyeti  

Osmanlı sarayı Mehmed Ali’ye valilik verdi, ama oğlu İbrahim’i “isyan etmeme garantisi” olarak İstanbul’da tuttu. Kavalalı’nın İngilizlere karşı elde ettiği başarılar sonucu İbrahim’in de defterdar olarak Mısır’a atanması gündeme geldi ve gerçekleşti. Bu esnada Mehmed Ali Mısır’da nüfuzunu hızla güçlendirip genişletiyordu. 1811’de tüm Memlûk beylerini bir davette ortadan kaldırdı, kalanları da takibata tabi tutup tasfiye etti ve Mısır’da tek hâkim konumuna geldi.  

Osmanlı merkezi idaresi Mısır’da bu güçlü adama güveniyordu ama o sıralarda bir başka Arap toprağı Hicaz ve Necd’de Vehhabiler büyük bir silahlı kalkışma içine girmişti. İstanbul Kavalalı’dan bu isyanı bastırmasını isteyince Mehmed Ali ve oğulları disiplinli askeri birlikleriyle bu isyanı bastırmayı bildi, Vehhabilerin merkezi Dir’iye 1818’de Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından ele geçirildi. Kavalalı bu başarının ardından güneye yöneldi ve 1822’de Sudan’ı kontrol altına aldı. 

Kavalalı ihtiraslı bir hükümdara dönüşmüş, iç sorunlarla uğraşan ve güç kaybeden Babıali karşısında hızla yükselmekteydi. 1827’de Mora İsyanı’nın bastırılması için İstanbul’un bölgeye intikal etmesini istediği Kavalalı, Navarin’de Osmanlı-Mısır donanması İngiliz-Fransız-Rus donanması tarafından yakılınca kendi kara birliklerini de geri çekti ve kayıplarına karşılık İstanbul’dan Suriye’nin de valiliğini istedi. İstanbul buna müsaade etmedi; ancak Kavalalı, Akka Valisi Abdullah Paşa ile yaşadığı bir ihtilafı bahane ederek, oğlu İbrahim Paşa’yı 1831’de Suriye üzerine gönderdi. Mısır ordusu Kudüs ve Akdeniz’in doğu kıyısını hızla ele geçirdi.  

Osmanlı sarayı Kavalalı ve oğlu üzerine ordu gönderse de 1832’den itibaren İbrahim Paşa bu birlikleri Akka, Beylân ve Konya’da üst üste yene yene İstanbul’a doğru ilerlemeye başladı. Dışarıda Ruslarla mücadele eden, içeride Yeniçeri Ocağı’nı henüz birkaç yıl önce kaldıran ancak büyük sorunlarla karşı karşıya olan II. Mahmud’un vezirleri ile Kütahya’daki İbrahim Paşa arasında nihayet Mayıs 1833’te anlaşmaya varılabildi. Böylece başkent İstanbul da kendi valisi tarafından işgal edilmek zilletinden kurtuldu.  

Bundan sonraki sekiz yıl, Kavalalı ve oğlu İbrahim Paşa’nın Osmanlı sarayıyla bilek güreşine gireceği, İngiliz ve Fransızlarınsa askeri müdahalelerle kimi zaman İstanbul’u kimi zaman Kavalalıları gözeteceği ve nihayetinde hem Mısır hem de Suriye’de büyük nüfuz kuracakları bir döneme sahne oldu.  

Ancak bu toplam on yıllık Kavalalı Suriye’si idaresinin ardından, 1841’in şartlarında İngiltere ve Avusturya ile ittifak yapan Osmanlılar, Suriye açıklarına gelerek, Fransızlarla ittifak halindeki İbrahim Paşa’yı Suriye’yi terk etmeye mecbur bıraktı. Mehmed Ali Paşa ise Suriye’den bu geri çekilmeyi de pahalıya satabilmeyi ve kendisi açısından zafere çevirebilmeyi başardı; İngilizlerin aracılığıyla yapılan bir anlaşmayla, Mısır’ın babadan oğula geçecek bir valilik sitemiyle kendi ailesinde kalması koşuluyla Suriye’den ayrılmaya ve Osmanlı’yla sulha razı oldu.