Türkiye’nin Göç Stratejisi: Çözüm Önerileri Yayınlandı
MÜSİAD Kurucu Başkanı ve IBF Başkanı Erol Yarar, göç konusunun MÜSİAD ve Uluslararası İş Forumu (IBF) tarafından kapsamlı bir şekilde ele alındığını vurguladı. Hazırlanan raporun amacının, göçü yalnızca bir sorun olarak görmek yerine, göçe yol açan temel nedenleri tespit etmek, çözüm önerileri sunmak ve göçmenlerin ekonomik ve toplumsal katkılarını değerlendirmek olduğunu belirtti.
Raporda, göçmenlerin Türkiye’ye ekonomik katkılarından bahsedilirken; doktor, iş insanı, çoban gibi farklı meslek gruplarından göçmenlerin istihdam edilmesinin ülke için önemli olduğu vurgulanıyor. Göçmenlerin sermaye getirerek yatırım yapmaları, ihracat yapmaları ve Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaları üzerinde duran raporda ayrıca, göç konusunun İslam medeniyetindeki tarihsel ve kültürel önemi hatırlatılarak, bu perspektiften çözüm önerileri geliştiriliyor.
Rapor, göçün sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarını ele alarak, dünya ve Türkiye için yapıcı bir yaklaşım sunmayı hedeflemekte. Göç konusunda uzmanlaşmış farklı disiplinlerden birçok akademisyen, rapora katkıda bulundu. İşte MÜSİAD, UTESAV ve IBF tarafından yayınlanan “Türkiye’nin Göç Raporu Yönetici Özeti”nde yer alan makalelerden kesitler…
Göçü Yönetmek: Sürecin Farklı ve Kesişen Boyutlarına Birleştirerek Bakmak
Prof. Dr. Ömer Faruk Gençkaya tarafından kaleme alınan bu makalede, göç politikalarının etkili bir şekilde yönetilmesi için kapsamlı bir yaklaşımın önemi vurgulanmaktadır. Makalede yatay ve dikey entegrasyonun öneminden bahsediliyor. Yatay entegrasyon, farklı sektörler arasındaki politika yapımını ifade ederken, dikey entegrasyon politikaların tek bir kurum içinde koordine edilmesini içerir. Göç politikaları, eğitimden sağlığa, istihdamdan güvenliğe kadar birçok alanda stratejik planlama ve koordinasyon gerektirir. Göçmenlerin haklarının korunması ve uluslararası normlara uyum temel önceliklerdir.
Avrupa Birliği'nin yaklaşımı, göçü kaynağında ele almayı ve ilgili ülkelerin ekonomik-siyasi istikrarını güçlendirmeyi önerir. Türkiye'nin Ukrayna-Rusya savaşı sırasında yaptığı tahıl anlaşması, bu tür bir politika uygulamasına örnek olarak sunulmaktadır. Göç politikaları, sadece göç süreciyle sınırlı kalmamalı, göç dışı politikalarla da uyumlu bir şekilde şekillendirilmelidir.
Göçmenlerin Ekonomik Katkı Potansiyelini Somutlaştırmak
Doç. Dr. Zeynep Burcu Uğur tarafından hazırlanan makale, göçmenlerin gittikleri ülkeye ekonomik katkıları, işgücü piyasasında tamamlayıcı roller üstlenmeleri ve ekonomik dinamizmi artırmaları üzerinden değerlendirilmiştir. Örneğin, Türkiye'deki Suriyeli mülteciler, başlangıçta adaptasyon zorlukları yaşamalarına rağmen, zamanla yerli işgücüne destek sağlayan bir rol üstlenmiştir. Ayrıca, göçmenler sayesinde yerli işçilerin daha nitelikli işlere yöneldiği belirtilmektedir.
Geçtiğimiz aylarda, 2024’te yapılan bir ankete göre, firmaların yüzde 55,5’i göçmenlere çalışma izni verilmesinin kolaylaştırılması gerektiğini savunmaktadır. Ancak bazı firmalar kültürel uyumsuzluk ve bürokratik engeller nedeniyle göçmen çalıştırmaktan kaçınmaktadır. Göçmenlerin entegrasyonu, hem yerel halkın refahını artıracak hem de uzun vadede ekonomik büyümeye katkı sağlayacaktır.
Kültürel Karşılaşmalar: Gerilim ve Uyumu Birlikte Tecrübe Etmek
Prof. Dr. Ahmet Koyuncu’nun makalesine göre, Türkiye, göç akınına hazırlıksız yakalanmış ve bu durum, yerel halk ile göçmenler arasında gerilimlere neden olmuştur. Kültürel farklılıklar ve yerleşik önyargılar, sığınmacıların toplumsal kabulünü zorlaştırmaktadır. Örneğin, Suriyeli sığınmacıların anadillerini kullanması ve yerel kıyafetler giymesi, ayrımcılığı artıran unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
Sosyal medya, sığınmacılara yönelik nefret söylemini körüklemekte ve bu durum toplumsal uyumu daha da zorlaştırmaktadır. Ayrıca, ayrımcılık ve önyargılar, gettolaşmayı artırarak sığınmacıların topluma entegrasyonunu zorlaştırmaktadır. Yerel halk ve sığınmacılar arasında uyumu kolaylaştırmak için arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri ve kültürel etkileşimler teşvik edilmelidir.
Sonuç olarak, göçmenlere yönelik nefret suçlarıyla mücadele eden hukuki mekanizmalar oluşturulmalı ve sığınmacıların kendilerini tanıtacakları kültürel etkinlikler düzenlenmelidir. Uzun vadeli stratejik planlar, göçmenlerin hem ekonomik hem de toplumsal uyumuna katkı sağlayacaktır.
Göçü Eğitim Üzerinden Okumak
Prof. Dr. Necmettin Doğan makalesinde, eğitimin mültecilerin yaşamlarında ve ev sahibi toplumlarda önemli bir rol oynadığına vurgu yapıyor. Mülteci çocuklarının eğitimi, sadece onların temel haklarını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda geldikleri topluma da katkı sunmalarını sağlar. Türkiye, Suriyeli mülteciler için çeşitli eğitim programları sunmakta olup, yaklaşık 1.7 milyon Suriyeli çocuk eğitim çağındadır. Ancak bu öğrenciler okula devam etmekte zorlanmaktadırlar. Özellikle, ekonomik zorluklar, ayrımcılık, başarısızlık korkusu ve kız çocuklarının ev içi işlere yönlendirilmesi gibi faktörler okula devam etmeme sebepleri arasındadır.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve UNICEF işbirliğiyle Suriyeli öğretmenler için pedagojik eğitimler düzenlenmiş ve Suriyeli öğrencilere yönelik destekleyici projeler başlatılmıştır. Ancak okul idarecilerinin ve öğretmenlerin, çok kültürlü öğrenci profiline uygun tutumlar geliştirmeleri önemlidir. Ayrıca, dil eğitimi ve mülteci çocukların güvenli ortamda eğitim alması için ek çabalar gerekmektedir. Bu süreçte sivil toplum, belediyeler, medya ve ilgili kurumların da büyük rolü vardır.
Alandan Yansıyanlar
Prof. Dr. Bekir Berat Özipek’in kaleme aldığı makalesine göre, Suriyeli göçmenler, Türkiye’deki durumu çeşitli açılardan değerlendirmektedir. 7 ilde yapılan yuvarlak masa toplantıları ve odak grup görüşmelerine göre, Suriyeliler en çok belge tedarik sorunları, yol izni ve "M plaka" uygulamaları gibi bürokratik engellerden şikayet etmektedirler. Ayrıca, vatandaşlık talepleri, ayrımcılık ve ırkçılık gibi sosyal sorunlar da gündemdeki başlıca sorunlar arasındadır. Suriyelilerin, belirli şartlar altında vatandaşlık edinmelerini sağlamak için daha objektif ve şeffaf kurallar talep ettikleri belirtilmiştir.
Eğitimdeki kota ve yükseköğretim ücretleri, sağlık hizmetlerine erişim gibi sorunlar da ciddi şikayet konuları arasında yer almaktadır. Türkiye'deki sivil toplum örgütleri, bu sorunların çözülmesinde önemli bir rol oynamakta, göçmenlerin haklarını savunmak ve toplumla entegrasyonlarını desteklemek için çaba göstermektedirler. Bu bağlamda, bütünleşik bir politika geliştirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Bölgesel Barış ve Ortak Gelişmenin Stratejik Bileşeni Olarak Göçmenler
Zabihullah Kochka’nın makalesine göre, göçmenler, yalnızca insani ve kültürel etkileriyle değil, aynı zamanda ev sahibi ülkelerin ekonomik ve uluslararası ilişkilerine katkılarıyla da önemli bir yer tutmaktadır. Göçmenler, gelişmiş ülkelerde (ABD, İngiltere, Kanada, Almanya gibi) teknolojik, ekonomik ve sosyal gelişimlere önemli katkılar sağlamış, bu ülkelerin dünya siyasetine etkisini artırmıştır. Türkiye, mültecilere yönelik açık kapı politikasını benimseyerek, hem bölgesel hem de küresel düzeyde yumuşak güç kazanmış ve itibarını artırmıştır.
Türkiye, 3.6 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapmakta olup, göçmen politikaları bölgesel barışa katkı sağlamak ve Türkiye'nin küresel etkisini güçlendirmek için bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.
Yaklaşım ve Hukuki Çerçeveyi İyileştirme İhtiyacı
Kinda Hawasli ise makalesinde, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) geçici koruma altındaki mülteciler için hazırladığı yönergelerin, devlet çıkarlarını mültecilerin haklarının önünde tutmakla eleştirildiğini belirtiyor. Türkiye, Suriyelilere geçici koruma statüsü tanıyarak, 2012’den itibaren bir açık kapı politikası izlemiştir. Ancak, geçici koruma altındaki mülteciler, hukuki belirsizlikler, çalışma izni zorlukları ve çeşitli ekonomik engellerle karşılaşmaktadırlar. Ayrıca, mültecilerin entegrasyonu ve Türkiye’deki yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi için daha kapsamlı bir hukuk çerçevesi oluşturulması gerektiği vurgulanmaktadır.
Geçici koruma statüsüyle birlikte mültecilerin geleceği belirsiz kalmakta, bunun da sosyal gerilimlere yol açabileceği belirtilmektedir. Göçün sadece bir yük değil, ekonomik ve kültürel katkıların artırılması gereken bir fırsat olarak yönetilmesi gerektiği ifade edilmektedir.