Siyonizmin Kutsal Soykırımı: Herem

Araştırmacı Bülent Şahin Erdeğer,  “Herem” kavramının Siyonist ideoloji tarafından dinsel soykırıma dönüştürülmesini ve İsrail’in Gazze saldırılarını bu inançla meşrulaştırmasını Fokus+ için inceledi.
B%C3%BClent-%C5%9Eahin-Erde%C4%9Fer.jpg
Siyonizmin_Kutsal_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1-_Herem_-B%C3%BClent_%C5%9Eahin_Erde%C4%9Fer.jpg

10.10.2025 - 14:58  |  Son Güncellenme: 10.10.2025 - 15:06

Tarih boyunca pek çok dinin savaş hukuku vardır. Pek çok inanç da kutsal adına şiddet uygulamayı öngörür. Ancak bu inançların örneğin İslam gibi bazıları bu şiddeti sadece eli silah tutan savaşın taraflarıyla sınırlarken ve masum insanları azami düzeyde savaştan zarar görmemesi için sınırlar çizerken bazı inançlarda böylesi bir hassasiyet bulunmaz. İsrailoğullarının Tanrı Yahve’nin seçilmiş/seçkin kavmi olduğu ve Tek Tanrıcılığın yegane adresi olduğu inancı Yahudilikte kutsalı korumak ve yaymak için yahudi olmayanlara yönelik şiddeti sınırsız biçimde meşru görmektedir. 

İşte tam bu noktada karşımıza Herem kavramı çıkar. 

“Herem” (tam yok etme emri): Özellikle Kenanlılar, Amalekliler gibi bazı halklara karşı Tanrı’nın “hiçbirini sağ bırakma” emri vardır (Tesniye 20; I. Samuel 15).  

Rabbinik gelenek, “herem” kavramını daha çok tarihsel bir bağlama hapseder. Günümüzde Amalekliler gibi kavimlerin tanınabilir olmadığı gerekçesiyle “tam yok etme” hükmü pratikte uygulanmaz kabul edilir. Ancak Siyonist Siyasal Yahudilik bu gelenekten koparak herem’i günümüzdeki sömürgeci ve soykırımcı saldırganlığı için meşruiyet zemini haline getirmiştir. 

Herem kavramının modern literatürdeki karşılığı tam anlamıyla Genocide yani Soykırımdır. Tevrat ve erken metinlerde bazen “tamıy-ıhlâl/ayırma/tamemen adanma/mahvedilme” anlamlarında kullanılır. Örneğin Tesniye 20:16–18, I Samuel 15:1-3 gibi pasajlar belli bir kavme “hiçbirini bırakmayın” tarzı emirlere işaret eder. 

 “Ancak Tanrınız RAB’bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız RAB’bin size buyurduğu gibi, onları –Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını– tümüyle yok edeceksiniz.  Tesniye 20:16–18 

“Samuel Saul’a şöyle dedi: “RAB seni kendi halkı İsrail’in Kralı olarak meshetmek için beni gönderdi. Şimdi RAB’bin sözlerine kulak ver.  Her Şeye Egemen RAB diyor ki, ‘İsrailliler’e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler’i cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsrailliler’e karşı koydular.  Şimdi git, Amalekliler’e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.’ ” I Samuel 15:1-3 

Soykırım (genocide) — modern hukuktaki tanımı (BM Soykırım Sözleşmesi’nden türetilen): bir ulusal, etnik, ırksal veya dinsel grubu kısmen veya tamamen yok etme niyetiyle yapılan eylemler. Burada anahtar unsur "grubu yok etme kastı"dır. Metnin açık okunuşunda bazı emirler bütün bir nüfusu yok etmeyi emreder: kadın, çocuk, hayvan, ganimetle birlikte şehirlerin yok edilmesi. Bu, gruba karşı yok etme kastı içeriyor gibi görünür — ki bu modern soykırım tanımının çekirdeğidir. 

Hedeflenenler genellikle etnik/ulus/kültürel topluluklar (Kenanlılar, Amalekliler vb.) olduğu için hedef grubun niteliği de çakışır. 

Tesniye 20:16–18  

  • Metin esas olarak Kenanlı bazı şehirler için “onları tamamen yok edin; kadını, erkeği, çocuğu, hayvanı, her şeyi” tarzında emirler içerir. İbranice metinlerde “תַּחֲרִימֻם”/“חֵרֶם” kökleri kullanılır; bağlama göre “ayırma/adama/tamamen yok etme” anlamları taşır. 

I. Samuel 15: Agag ve Amalek katliamları 

  • Tanrı, Samuel aracılığıyla Saul’a Amalek’i “herem” ilan etmeyi, kralı Agag’ı ve halkını yok etmeyi emreder. Saul komuta alır ama Agag ve bazı ganimetleri affeder; Samuel bunu kınar ve Agag öldürülür. 

Metin “hiçbir şeyi bırakmayın” tarzında güçlü bir dil kullanır; Amalek, tarihsel olarak İsrailoğullarına saldırmış bir topluluk olarak gösterilir. 

Peki bu metinler tarihsel midir? Maalesef hayır.  

28 Ekim 2023 — Basın toplantısı (İsrail hükümeti açıklaması / gov.il): Netanyahu, Gazze’ye yönelik kara harekâtının başladığı günlerde yaptığı açıklamada şu şekilde konuştu: 
Kutsal Kitabımız şöyle der: “Amalek'in size yaptıklarını unutmamalısınız. Ve biz unutmuyoruz.” Bu ifade doğrudan İbranice kaynağa göre Devarim/Tesniye göndermesiydi. 

3 Kasım 2023’te Netanyahu’nun askerler için yayımladığı mektupta da Tevrat’tan Amalek hatırlatması şekline atıflar bulundu; resmi Başbakanlık ofisinde yayımlanan metinler ve paylaşımlar bunu içeriyordu. 

Bu dinsel soykırım çağrısı söylemi sahadaki söylemlere yansıdı ve popüler kültürde yankılandı: 

Netanyahu’nun göndermelerini takiben bazı asker videoları, şarkılar ve sosyal medya paylaşımlarında “Amalek” metaforunun daha saldırgan söylemlere dönüştüğü örnekler görüldü — örneğin askerlerin veya bazı sanatçıların kullandığı sözler ve viral “war songs” (ör. “Harbu Darbu”) bu söylemi tekrar edip sertleştirdi. Bu örnekler uluslararası başvurularda/dava dosyalarında da gösterildi. 

Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’na (ICJ) sunduğu başvuruda Netanyahu’nun Amalek atıfları delil olarak sunuldu; başvuruda bu tür dinî göndermelerin “soykırım niyetine” delil olabileceği iddia edildi.  

Netanyahu’nun atfettiği pasaj genel olarak Tevrat — Devarim (Tesniye) 25:17–19 hatırlatması biçimli: “Amalek’e yaptıklarını hatırla… Amalek’in hatırasını gökten silmelisiniz / kökünü kurutmalısınız” türü bir söylemdir. Bu metinlerin çağrıştırdığı dil — “unutma” + “Amalek’i sil” — çok güçlüdür. Netanyahu bunu doğrudan Hamas’ın eylemlerine (veya Hamas’ın “kötülüğüne”) bağlayarak kullandı; yani metnin tarihsel “herem” rengi, çağdaş düşmana atfedildi. 

Peki Netanyahu’nun sözleri sadece savaşçılara yönelik miydi? Hayır! Özellikle sahadaki bazı videolar/şarkılar + Meclis üyelerinin benzer referansları okunduğunda “Amalek” metaforunun Filistinli sivil nüfusa yayılması gayet açık. Bu okuma, söylemin “dinsel meşrulaştırma” kaynağıyla toplu cezalandırma söylemine dönüşmesine yol açtı. Bu yaklaşım ICJ başvurusunun da önemli bir unsuruydu. 

Ortalama bir Siyonist milliyetçi Netanyahu ve ekibinin dinsel referanslarından Gazze’de yaşayan herkesin ayrım gözetilmeksizin öldürülmesi hatta hayvanların dahi itlaf edilmesini, tüm yerleşim birimlerinin yerle bir edilmesinin Tanrı’nın emri olduğunu anlıyor. Öyle ki bu Soykırım savunusu tüm Gazzelilerin “7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarına ses çıkartmaması” ve “çocukların da büyüyünce Hamas militanı olacakları” gibi safsatalarla besleniyor.  

Dindar-Milliyetçi çevreler bu dinci-ırkçı söyleme büyük ölçüde destek verirken. Özellikle yerleşimci hareketler ve aşırı sağcı siyasetçiler bu söylemi sahiplendi. 

Seküler ve liberal Yahudiler ise durumu endişeyle karşıladı. Çünkü bu tür bir söylem, toplu cezalandırmayı ve soykırım çağrışımını güçlendiriyordu. Ortodoks ve muhafazakâr Yahudilerden bir kesim, bu metaforu “terörle mücadelede Tanrısal emir” olarak yorumladı.   “Amalek” referansı, İsrail toplumunda özellikle dini radikal grupları cesaretlendirdi. Sosyal medyada ve sokakta Filistinlilere yönelik demonizasyon (şeytanlaştırma) arttı. Bazı İsrail askerlerinin cephe konuşmalarında da “Amalek” göndermeleri görülmeye başlandı. 

metin, giyim, ekran görüntüsü, kişi, şahıs içeren bir resim
Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.
Siyonist sosyal meddya hesaplarının hazırladığı bir propaganda görseli: “Herkes bize karşı” 

Yeremya Kehaneti: Tüm Dünyaya karşı savaşmak 

Netanyahu’nun sadece Amalek değil, zaman zaman Yeremya kehanetlerine de atıfta bulunması, İsrail devlet söyleminde apokaliptik (kıyamet merkezli) ve ezoterik (gizli/ilahî plan vurgulu) bir damarın varlığını gösteriyor. Yeremya Kehaneti Bağlamı 

Yeremya peygamber, özellikle Kudüs’ün yıkılışı ve İsrail’in sürgününe dair kehanetleriyle tanınır. 

Netanyahu, konuşmalarında Yeremya’dan alıntılar yaparak günümüz İsrail’ini “tehdit altındaki Kudüs” ve kendisini de “Tanrı’nın iradesine uygun direnişi yöneten lider” olarak konumlandırıyor. 

Böylece İsrail yönetiminin sivillere yönelik hukuksuz saldırıları, sadece askeri-politik bir sorun değil, tarihsel-kozmolojik bir kehanetin yeniden sahnelenmesi gibi sunuluyor. 

Apokaliptik söylemin unsurları 

Amalek retoriği: Düşmanı mutlak kötülüğün timsali olarak kodlama → “yok edilmesi gereken varlık” olarak hedef gösterme. Burada düşman tanımı da içine tüm Gazze halkını alması açısından dinsel soykırıma zemin hazırlıyor.  

Yeremya göndermesi: İsrail’in varoluşunu kutsal kehanetlerin gerçekleşmesiyle özdeşleştirme. Netanyahu vb. Siyonist liderler kendi icraatlerini kutsallaştırarak hem kitleleri nezdinde sorgulanamaz bir “peygamberlik misyonu” kalkanı ile kendilerini koruyorlar hem de bu açık din istismarı yoluyla tüm muhaliflerini din karşıtı gösteriyorlar. İsrail kamuoyu içerisindeki bu kazançlı istismar siyasetinin ölümcül yan etkisi ise tersinden antisemtizmi besliyor olması. Kendilerini Yahudiliğin kutsal temsilcilerine dönüştürdükleri için insanlığa karşı işlenen suçlara karşı yükselen öfke önlenemez şekilde “Yahudi düşmanlığına” dönüşüyor. 

Ezoterik boyut: Tarihin gidişatını Tanrı’nın gizli planı olarak okuma; devlet politikalarını bu “gizli plan”a bağlı meşruiyetle açıklama da cabası. 

Kurtuluşçu perspektif: İsrail’in zorlukları “son kertede Tanrı’nın lütfuyla gelecek nihai kurtuluşun ön şartı” olarak anlatılıyor. 

Devlet politikasıyla bağlantı 

Netanyahu gibi Siyonist liderlerin bu dili benimsemesi, İsrail devlet politikalarının salt güvenlik stratejileriyle değil, mesihî/kehanet merkezli bir ideolojiyle de beslendiğini gösteriyor. Özellikle Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik saldırıları ve işgalciliği “zorunlu güvenlik önlemi” değil, ilahî tarihin gerçekleşmesi bağlamında sunulması, bu apokaliptik yönü güçlendiriyor. 

Bu söylem, İsrail içinde radikal dini grupları mobilize ediyor; uluslararası alanda ise İsrail’in “rasyonel aktör” olmaktan çıkartıyor ve soykırım niyetinin pratize edildiğini ispatlıyor. 

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu

Netanyahu’nun hem “Amalek” hem “Yeremya” göndermeleri, İsrail devlet politikasında apokaliptik ve ezoterik bir kurtuluş söyleminin kullanıldığını açıkça ortaya koyuyor. Bu, siyaseti teolojik bir “nihai savaş/kurtuluş” anlatısıyla örüyor. 

İsrail devlet elitlerinin kendilerini uluslararası hukukun üzerinde görmelerinin ve her ne pahasına olursa olsun tüm dünyayı karşılarına alma düşüncesinin temelinde bu gelecek kıyamet savaşı ve azınlık bir seçkin grubun kazanacağı inancı mı yatıyor? 

1. Teolojik-Arketipsel Boyut 

Seçilmiş Halk Teolojisi (Am Segula): Yahudilik’te İsrail halkı Tanrı tarafından seçilmiş bir topluluk olarak görülür. Bu, modern İsrail devlet elitlerinin zihniyetinde “bizim varoluşumuz Tanrı’nın iradesine bağlıdır, uluslararası hukukun değil” algısını güçlendirir. Seçilmişliğin Tanrı ile yapılan ahde bağlı bir sorumluluk olduğu ahdin ihlalinin de Tanrı’nın laneti ile sonuçlanacağı da Tevrat/Tora metninde açıkça yer alsa da aynı metinlerde doğuştan üstünlük, ırksal imtiyaz düşüncesine de referans verilebilecek ifadeler yer alır. 

Apokaliptik Okuma: Yeremya, Hezekiel ve Vahiy benzeri metinlerde İsrail’in düşmanlarla son bir savaş yaşayacağı, Tanrı’nın bu savaşta kendi halkını koruyacağı inancı vardır. Bu nedenle “dünya bize karşı çıksa da biz sonunda kazanacağız” inancı bir ilahî garanti gibi algılanır. 

Dolayısıyla Herem ve Amalek retoriği Düşmanı mutlak kötülükle özdeşleştiren bu yaklaşım, uluslararası hukuk normlarını “insan yapısı” olarak değersizleştirir, çünkü “Tanrı’nın hükmü” her şeyin üstündedir. Uluslararası hukuk Yahudi olmayan halkları ve devletlerini Yahudilere karşı koruduğu sürece bir araçtır. Bu bakışın kendisini Dinsel Narsizm olarak da tanımlayabiliriz.  

2. Siyasi-ideolojik boyut 

Realpolitik ile mesihî ideolojinin birleşimi: İsrail elitleri, kendi jeopolitik zayıflıklarını (küçük nüfus, düşmanlarla çevrili coğrafya) telafi etmek için “mutlak haklılık” söylemini kullanır. Bu söylem, dini apokaliptik zeminden beslenir. 

Uluslararası hukukun reddi: İsrail devlet adamlarının sık sık “BM kararları bizim için bağlayıcı değil” demesi, sadece güç siyaseti değil, aynı zamanda bu ilahî seçilmişlik itikadından da kaynaklanır. 

Azınlık elit bilinci: İsrail elitleri, kendilerini “azınlık ama seçkin” bir grup olarak görür. Dolayısıyla, çoğunluğun tepkisi (uluslararası toplum) Tanrı’nın planına aykırı olamaz, çünkü Tanrı azınlığı seçmiştir. Çoğunluğun görevi ya bu azınlığa boyun eğmek ya da ölmektir. Dinsel narsizmin patolojik bir boyuta ulaşması İsrail halkının büyük kesiminde görülen toplumsal histeri, soykırım destekçiliği ve duygusal taşkınlığı ile sonuçlanıyor. Benzeri bir durum Nazi Almanyası’nda yaşanmış Alman halkında da yaşanmıştı ancak Nazi çılgınlığı dahi Alman halkının ortalama %40’ının desteğini alabilmişti. Ayrıca kitlelerin büyük kesiminin toplama kamplarında sistematik soykırım yapıldığından haberi yoktu ve Almanya’da bir demokrasi de yoktu. Ancak İsrail’de açık bir demokrasi mevcut. Soykırım ise Almanya’daki gibi gizli kapaklı değil canlı yayında yapılıyor. Gazze’ye askeri saldırıları da (2025 Haziran-Temmuz-Eylül aylarında yapılan kamuoyu araştırmalarına göre) ortalam %70-80’i destekliyor. 

3. Psikolojik ve sosyolojik boyut 

Kuşatma psikolojisi: İsrail’in kuruluşundan beri çevresinde düşmanlarla yaşaması, halkın ve elitlerin zihninde “herkes bize düşman” algısını güçlendirmiştir. Bu, apokaliptik metinlerle birleşince “dünya bize karşı olsa da biz kazanacağız” düşüncesini normalleştirir. 

Mesiyanik azınlık bilinci: Bu elit zihniyette, İsrail’in nihai kurtuluşu için tüm insanlık sahnede “ara oyuncu”, İsrail ise “başrol” olarak görülür. 

Evet, İsrail devlet elitlerinin uluslararası hukukun üzerinde gördükleri kendilik algısının temelinde, apokaliptik bir “son savaş” bilinci ve seçilmiş azınlığın Tanrı tarafından korunacağı inancı yatıyor. Bu, sadece dini bir dogma değil; aynı zamanda politik stratejiyle iç içe geçmiş bir ideolojik omurga. 
Bu nedenle İsrail, uluslararası toplumun tepkilerini göze alabiliyor; çünkü kendi zihniyet dünyasında tarihin hakemi uluslararası hukuk değil, Tanrı’nın planıdır. 

Sonuç itibariyle Nazizm ezoterik referanslara dayansa da dooğrudan tüm söylemini dinsel bir ideolojiye dayandırmıyordu. Bu açıdan ironik olsa da Siyonizm IŞİD tarzı Kıyametçi Terörizm ve Mehdici İran rejimi ile ya da bazı Hristiyan New Age kurtuluşçu kültlerle ikiz kardeş gibidir. Tüm bu kültlerin ortak noktası kendilerini seçilmiş ve kurtarılmış azınlık olarak görmeleri, gelecekte yaşanacak kıyamet savaşına hazırlanmaları ve bu savaşın tarihini öne çekmek için de kötülüklerin artmasına/arttırılmalarına inanmaları gelmektedir. Böylece beklenen Kozmik Kurtarıcı (Mesih/Mehdi) gelecek ve azınlık grupla beraber kötülüğü yenecektir.  

Sonları genelde terör eylemleri ile biten bu tarikatlardan biri olan Siyonizm’in devletleştiğini ve daha da endişe verici biçimde dünyayı yöneten ABD’yi yönlendirdiğini söyleyebiliriz.