İran, Trump’ın Dönüşüne Hazırlanıyor: Zorunlu Uzlaşma Masada


İran, ABD'de yeniden başkan seçilen ve Tahran'a karşı azami baskı politikasıyla hatırlanan Donald Trump'ın yeniden göreve gelmesine hazırlanırken son aylarda bölgedeki nüfuz alanı boyunca aldığı darbeler ve Trump döneminde başlatılan kapsamlı yaptırımlardan kaynaklanan ekonomik sorunlarla sarsılıyor.
İran, ABD’de yeniden başkanlık koltuğuna oturacak Trump’ın yönetimi altında önemli bir dönemeçle karşı karşıya. 2015’te İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekilerek Tahran’a karşı sert yaptırımlar uygulayan Trump, yeniden İran'a karşı "azami baskı" politikasıyla dönmesi halinde İran’ı, ekonomik ve bölgesel güç mücadelesi açısından daha büyük bir krizin içine sürükleyebilir.
Trump’ın “azami baskı” politikasının ardından ciddi ekonomik sancılarla boğuşan İran, aynı zamanda bölgesel nüfuzunun zayıflamasıyla da derin krizler yaşıyor.
Trump yönetiminin Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından nükleer anlaşmanın tamamen çöküşüne yol açan adımlarla derinleşen ekonomik sorunlar, Tahran’ın bölgedeki stratejik müttefiklerinin aldığı darbeler ve Suriye’deki rejim değişikliği gibi gelişmeler, İran’ın uzun süredir inşa ettiği bölgesel etkisini ciddi şekilde zayıflattı.
Trump’ın ilk dönemdeki yaptırımları İran ekonomisini sarstı ancak Tahran'ı nükleer müzakere masasına çekemedi
Trump, ilk başkanlık döneminde 2015 yılında İran ile imzalanan Kapsamlı Eylem Planı olarak adlandırılan nükleer anlaşmadan çekilerek İran’a karşı tarihin en ağır yaptırımlarını başlattı. Bu yaptırımların temel hedefi, İran ekonomisini zayıflatmak ve Tahran’ı nükleer programından tamamen vazgeçmeye zorlamaktı. Her ne kadar Trump'ın yaptırımları, İran'ın ekonomisine ağır darbeler vursa da Tahran'ı nükleer programından vazgeçirmeye zorlamayı başaramadı. Aksine Tahran bu dönemde nükleer programını ilerletti.

Trump döneminde İranlı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin ardından ilk adım olarak 5 Ocak 2020'de yüksek düzeyde uranyum zenginleştirmeye başlayan İran, anlaşmadaki sınırlamaları aşmaya başlayınca bu durum, anlaşmanın fiilen çökmesine yol açtı. Bu tarihten sonra nükleer faaliyetlerini kademeli olarak artırmaya başlayan İran, özellikle Kasım 2020'de İranlı nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade'ye suikastın hemen ardından Mecliste nükleer faaliyetlerin hızlandırılmasını öngören bir yasa geçirdi. Dönemin Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin başındaki hükümetin itirazlarına rağmen Mecliste onaylanan yasa, İran Atom Enerjisi Kurumunun uranyumu en az yüzde 20 zenginleştirmeye başlamasını ve düşük düzeyli zenginleştirilmiş uranyum stoklarını artırmasını zorunlu kıldı. Bu kapsamda uranyum zenginleştirme tesislerine nükleer anlaşma kapsamında kullanılmasına izin verilen IR-1 santrifüjleri yerine uranyumu daha hızlı zenginleştirebilen IR-2, IR-4 ve IR-6 santrifüjleri yerleştirildi. İran Atom Enerjisi Kurumu, söz konusu yasa kapsamında 5 Ocak 2021'de Fordo'daki nükleer tesiste Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerinin gözetiminde uranyumu yüzde 20 saflıkta zenginleştirdiklerini açıkladı.
İran Nisan 2021'de ilk kez yüzde 60 saflıkta uranyum zenginleştirdiğini duyurdu. Tahran'ın uranyumu yüzde 20 ve yüzde 60 saflıkla zenginleştirmesi ciddi bir adım olarak görülüyor çünkü uranyumun yüzde 20 üzerinde zenginleştirilmesi nükleer bomba elde etmeye imkan sağlayacak yüzde 90 saflıkta parçalanabilir uranyuma ulaşmak için önemli bir aşama kabul ediliyor.
İran'ın caydırıcılığının bir parçası sayılan bölgesel nüfuzu azaldı
İran, tüm bu gelişmelerin ortasında son zamanlarda bölgedeki müttefiklerinin aldığı darbelerle sarsıldı. İlk olarak İsrail'e karşı mücadele eden Hizbullah'ın aldığı darbelerle caydırıcılığının önemli bir parçasını yitirmesi ve sonrasında da İran'ın yıllarca mali ve askeri destek sağladığı Suriye rejiminin aralık ayında çökmesi, İran'ın bölge genelinde "direniş cephesi" olarak adlandırdığı ve kendi caydırıcılığının bir parçası olan eksen için büyük bir kayıp oldu.

Bununla ilgili İran'dan en net açıklama Suriye'de muhalif gruplara karşı savaşı yöneten İranlı komutanlardan Tuğgeneral Behruz İsbati'den geldi. Tahran'da düzenlenen bir konferansta gözlemlerini anlatan İsbati, Esed rejiminin çöküşünden hemen önce Suriye'yi terk eden son İranlı yetkili olduğunu anlattı. İsbati, İran ile Esed yönetimi arasındaki ilişkilerin son aylarda giderek gerildiğini anlatırken diğer İranlı üst düzey yetkililerin açıklamalarının aksine rejimin çöküşünün de Tahran için ağır bir yenilgi anlamına geldiğini itiraf etti. İranlı general, konuşmasında, “Kaybettik. Fena halde kaybettik.” ifadelerini kullandı. Bu ifadeler, İran'ın Suriye'de uzun yıllar inşa ettiği nüfuzunu kaybetmesinin Tahran için ne kadar büyük bir darbe olduğunun da açık bir ilanı olarak kayıtlara geçti.
Ülkedeki ekonomik sorunların yanında enerji krizi ortaya çıktı
İran, bölgedeki nüfuzunun azalmasının yanında birçoğu Trump döneminde başlatılan kapsamlı yaptırımlardan kaynaklanan ekonomik sorunlar ve bunlarla bağlantılı olarak enerji sorunlarıyla da boğuşuyor. Dünyanın en büyük doğal gaz ve petrol rezervlerine sahip ülkelerinden biri olan İran, son aylarda ekonomik yaptırımların ağır baskısı, yetersiz altyapı yatırımları ve hızla artan enerji talebi nedeniyle tarihinin en ciddi enerji krizlerinden birini yaşıyor.
Enerji tedarikindeki aksaklıklar ve sanayi sektöründeki kesintiler, ülke ekonomisine milyarlarca dolarlık zarar verirken halkın günlük yaşamını ve temel altyapı hizmetlerini de doğrudan tehdit ediyor. Derinleşen enerji krizi, ülkeyi ekonomik olarak zorlarken tarım gibi hayati sektörler ile sosyal ve siyasi alanda dahil çok boyutlu bir çıkmazın eşiğine sürüklüyor.
İran hükümetine ait verilere göre, ülkede, günlük 350 milyon metreküplük doğal gaz açığı ve 17 elektrik santralinin devre dışı kalması nedeniyle sanayi üretiminde yüzde 30 ila 50 oranında bir düşüş yaşanacağı öngörülüyor. Bu durumun zaten büyük bir krizde olan İran ekonomisine milyarlarca dolarlık kayıp olarak yansıyacağından endişe ediliyor.
Halkın üstüne binen yükler protestoları yeniden alevlendirebilir
Ekonomik yaptırımlar nedeniyle enerji altyapısına yeterli yatırım yapılamaması, enerji tedarikinde sıkıntıya yol açarken, özellikle kış aylarında sanayi ve yerleşim bölgelerindeki elektrik kesintileri ekonomik ve sosyal sorunlara da neden oluyor. Ülkede özellikle kış aylarında artan enerji talebi ile mevcut altyapının yetersizliği birleşince elektrik ve doğal gaz kesintileri kaçınılmaz hale gelirken bu durum halkın büyük tepkisine neden oluyor.
Özellikle Trump döneminde başlatılan yaptırımlar sonrasında gittikçe derinleşen ekonomik sorunlardan kaynaklanan halkın üstüne binen yükler nedeniyle ülke çapında siyasi protestoların yeniden alevlenme olasılığı da ülke yönetimini endişelendiriyor.

İran, Batı ile uzlaşmaya ihtiyaç duyuyor
Tüm bu krizlerin ortasında İran, Batı ile ilişkilerini yeniden düzenleyecek ve ABD ile en azından nükleer meseleyi çözüme kavuşturacak bir anlaşmaya ihtiyaç duyuyor. İran'dan son zamanlarda nükleer müzakerelerle ilgili istekli açıklamalar gelirken 2018 yılında ABD'nin nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi sonrasında yaptırımların şiddetlenmesi, Tahran'ın nükleer faaliyetlerini artırması ve bölgedeki gerilimler gibi ortaya çıkan birbirine bağlı sorunlar, yeni bir nükleer anlaşma ihtimalini zorlaştırıyor.
Bununla birlikte Trump, göreve geldiğinde ilk döneminde olduğundan çok daha kırılgan, saldırılara karşı daha savunmasız ancak bunun aksine istediği zaman nükleer silah elde edebilecek kapasiteye sahip bir İran ile karşılaşacak. Bu durum, Trump'ın Tahran'a nasıl yaklaşması gerektiği konusunda farklı analizlere kapı aralasa da Trump, ekimde verdiği bir röportajda, “İran'ın çok başarılı olmasını isterim. Tek sorun, nükleer silaha sahip olmamaları.” ifadelerini kullandı.
Buna göre Trump'ın masasında, Batı'nın İran ile yaşadığı nükleer silah, bölgesel nüfuzu ve füze programı gibi tüm sorunlarla ilgili geniş bir anlaşma, sadece nükleer programıyla ilgili dar bir anlaşma ya da İran'ın nükleer programını hedef alan askeri bir saldırı gibi 3 seçenek ortaya çıkıyor.
Geniş kapsamlı bir anlaşma
İran ile Batı arasında geniş kapsamlı bir anlaşma, tüm tarafların karşılıklı tavizler verdiği bir uzlaşmayı gerektirecektir. Böyle bir anlaşma, sadece İran’ın nükleer programını değil, aynı zamanda bölgesel nüfuzunu ve balistik füze programını da ele almayı amaçlayacak ancak taraflar arasındaki güven eksikliği ve çıkarların örtüşmemesi bu tür bir anlaşmanın zor olacağını ortaya koyuyor. İran, nükleer programı konusunda müzakerelere açık olsa da füze programını "ulusal egemenlik" meselesi kabul ediyor. Batı ise bu programları bir tehdit unsuru olarak değerlendiriyor. Bu nedenle, geniş kapsamlı bir anlaşmaya varmak, oldukça karmaşık ve çok uzun sürecek müzakerelere ihtiyaç duyacaktır.
Dar kapsamlı bir anlaşma
İkinci seçenek, yalnızca İran’ın nükleer programını hedef alan dar kapsamlı bir anlaşma olarak öne çıkıyor. Bu yaklaşım, 2015'te imzalanan nükleer anlaşmada olduğu gibi İran’ın nükleer kapasitesini sınırlandırmayı ve uluslararası topluma güvence vermeyi hedefleyecek ancak Trump yönetiminin 2018’de bu anlaşmadan çekilmesi, İran ile Batı arasındaki güveni ciddi şekilde zedeledi. Dar kapsamlı bir anlaşma, daha az karmaşık bir müzakere süreci gerektirse de İran’ın Batı tarafından tehdit kabul edilen diğer stratejik faaliyetlerini göz ardı ettiği için uzun vadeli bir çözüm sunamayabilir.

Askeri saldırı seçeneği
İran’ın nükleer tesislerine askeri saldırı olarak ele alınan üçüncü seçenek ise kısa vadede İran’ın nükleer kapasitesini fiziksel olarak sınırlandırabilir gibi görünse de uzun vadede çok daha büyük riskler doğurabilir. Öncelikle, askeri bir saldırı İran’ı nükleer silah geliştirme çabalarını hızlandırmaya teşvik edebilir. Tahran, bu saldırıyı ulusal egemenliğine yönelik bir tehdit olarak görecek ve bu da güvenlik kaygılarını artıracaktır. Bu durum, bölgesel istikrarsızlığı da derinleştirebilme potansiyeli taşırken İran’ı daha keskin dış politikaya yönlendirebilir.
Bu seçenekler göz önüne alındığında Trump, ya Tahran'ın nükleer kapasitesini müzakere yoluyla ortadan kaldırmaya veya zorla ortadan kaldırmaya çalışma arasında bir tercih yapmaya zorlanacak gibi görünüyor. Üçüncü seçeneğin yani İran'ın nükleer tesislerine askeri saldırı seçeneğinin tercih edilmesi aslında Tahran'ı nükleer silah edinmeye zorlayacak bir eylem olabilir. Özellikle askeri bir saldırının sonuçları düşünüldüğünde, Trump’ın "azami baskı" politikasını diplomasiyle destekleme seçeneği, daha uygulanabilir bir yol gibi görünüyor.