ABD–İran Müzakereleri: Kriz, Diplomasi ve Belirsizlik


ABD ile İran arasında yürütülen müzakereler, yalnızca İran’ın nükleer programı ekseninde değil, aynı zamanda daha geniş bir jeopolitik rekabetin ve uzun yıllara dayanan tarihsel güvensizlik ortamının bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. 2015 yılında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP / JCPOA), geçici bir istikrar sağlamış olsa da 2018’de Trump yönetiminin anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesiyle, taraflar arasındaki ilişkiler yeniden gergin bir sürece girmiştir. Trump’ın ikinci başkanlık döneminde yeniden başlayan müzakereler, ABD’nin izlediği “zorlayıcı diplomasi” yaklaşımı nedeniyle daha da karmaşık bir hal almıştır.
ABD yönetimi, İran’a yönelik hem diplomatik müzakere hem de maksimum baskı stratejisini eş zamanlı olarak yürütmektedir. Washington, müzakereler yoluyla İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlamayı hedeflerken, eşzamanlı olarak ekonomik yaptırımlar, askeri tehditler ve bölgesel politikalar aracılığıyla Tahran üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Bu yaklaşım yalnızca teknik bir nükleer anlaşma arayışı değil; aynı zamanda bölgesel güç dengeleri, güvenlik mimarisi ve uluslararası meşruiyet alanlarını da kapsayan çok katmanlı bir diplomatik stratejidir.
Müzakerelerin seyri ve beklentiler

Müzakerelerin ilerleyişi, tarafların stratejik öncelikleri ve siyasi hesapları doğrultusunda şekillenmektedir. İran yönetimi, Trump’ın başlattığı askeri ve diplomatik tehditleri asgariye indirme çabası içerisinde yaptırımların kaldırılmasına öncelik verirken; ABD yönetimi, 2015 anlaşmasından farklı, İran’ı nükleer tehdit olmaktan çıkaracak somut bir “başarı hikayesi” arayışındadır.
ABD, azami baskı politikasıyla kısa sürede sonuç almak isterken; İran ise müzakere sürecine ilişkin anlatıyı kontrol etmeyi ve Trump’ı diplomasi çerçevesinde tutmayı hedeflemektedir. Ancak müzakereler ilerledikçe, teknik düzeyde yapılan görüşmelerin ciddi ayrılıklar içerdiği ve taraflar arasındaki uçurumun derinleştiği gözlemlenmektedir. ABD’nin, İran’ın "kırmızı çizgi" olarak belirlediği talepleri kamuoyu önünde müzakere sürecine dahil etmesi, İran’ın genel tutumunu doğrudan etkilemiştir.
Tahran’ın müzakere anlatısı, ilk iki turda "olumlu" ve "iyimser" bir tablo çizerken, teknik görüşmelere geçilmesiyle bu anlatı "ihtiyatlı iyimserlik"e dönüşmüştür. İran kamuoyunda yükselen beklentiler, döviz kurundaki gerilemeye de yansımış; müzakereler öncesi 100'ün üzerinde seyreden dolar kuru 80 seviyelerine kadar düşmüştür. İran Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in müzakerelerin ilk turu sonrasında, 19 Nisan’da yaptığı açıklama, bu iyimserliğin dengelenmesine yönelik bir müdahale niteliğindedir. Hamaney’in, “Görüşmelere ilişkin ne çok iyimseriz ne kötümser” ifadesi, kamuoyunda oluşan aşırı beklentilerin önünü alma amacı taşımaktadır. Tahran yönetimi açısından müzakereleri en az tavizle sonuçlandırmak kadar, içerideki toplumsal beklenti ve tepkileri de yönetmek hayati bir öneme sahiptir. Hamaney’in, Trump’ın mektubuna cevaben yaptığı, “Bu müzakere değil, tahakkümdür” değerlendirmesi, İran’ın ulusal egemenliğine dair hassasiyetini ve Batı’ya karşı olan temkinli duruşunu pekiştirmektedir.
İran’ın kırmızı çizgisi: Uranyum zenginleştirme
Uranyum zenginleştirme faaliyetleri, barışçıl nükleer enerji üretimi için teknik olarak gerekli görülse de, askeri potansiyel açısından da stratejik bir önem taşımaktadır. 2015 yılında imzalanan anlaşmada İran’ın zenginleştirme oranı %3,65 ile sınırlanmışken, ABD’nin 2018’deki anlaşmadan çekilmesinden sonra İran bu oranı önce %20, ardından %60 seviyesine çıkarmıştır. %20 oranına ulaşıldığında, kısa sürede %90 gibi nükleer silah üretimine olanak tanıyacak seviyeye geçiş yapılabileceği bilinmektedir.
Bu nedenle ABD, İran’ın elinde bulunan yüksek orandaki zenginleştirilmiş uranyum stoklarını ciddi bir tehdit olarak değerlendirmekte ve uranyum zenginleştirme faaliyetinin tamamen sona erdirilmesini talep etmektedir. İran ise bu talebi egemenlik haklarına doğrudan müdahale olarak algılamakta ve kesin bir şekilde reddetmektedir. İran 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmada bu stokları Rusya'ya göndermeyi kabul etmişti. Ancak bugün ülke içerisinde 2015’teki hatayı tekrarlamak istemeyen ve yüksek düzeyde uranyum stokunu İran için caydırıcılık ve güvence olarak gören siyasi gruplar bulunuyor. Buna rağmen Tahran yönetimi zenginleştirmeye ülke sınırları içerisinde devam etme karşılığında bu stoklardan vazgeçebileceği mesajını da verdi.
5. tur müzakerelerin Roma’da gerçekleştirilmesine rağmen, taraflar arasındaki uçurumun kapanmadığı ve özellikle uranyum zenginleştirme meselesinin müzakereleri tıkayan ana konu olduğu görülmektedir. ABD tarafı bu talebi hem İran’ı diplomatik baskı altına almak, hem de İsrail gibi müttefiklerini tatmin etmek için kullanmakta; İran ise bu konuda kamuoyu baskısıyla iç konsolidasyonunu güçlendirmeye çalışmaktadır. ABD Başkanı Donald Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff, 5. tur müzakereler öncesinde ABD basınına yaptığı açıklamalarda Tahran ile yapacakları olası bir anlaşmada olmazsa olmaz koşullardan birinin "Tahran'ın uranyum zenginleştirmemesi" olduğunu belirtiyordu. Witkoff’un, “Zenginleştirme kapasitesinin yüzde 1'ine bile izin veremeyiz” şeklindeki sözleri, müzakere alanının ne denli daraldığını göstermektedir.

Tahran ise, bu tür açıklamaları müzakereleri sabote etmeye yönelik “çelişkili” ve “aldatıcı” beyanlar olarak görmektedir. Hamaney’in, “İran, şu veya bu yerden izin beklemiyor” şeklindeki sert tepkisi, bu tutumu yansıtmaktadır. Hamaney, ABD’li yetkililerden gelen açıklamalara tepki olarak, "Bu dolaylı müzakerelere katılan karşı taraf saçma konuşmalar yapmamalıdır. İran'ın uranyum zenginleştirmesine izin verilmeyeceğini söylemek büyük bir hatadır. İran, şu veya bu yerden izin beklemiyor" ifadelerini kullanmıştı.
Ancak tüm bu gerilimli atmosfere rağmen masanın dağılmamış olması ve görüşmelerin devam etmesi, sürecin diplomatik boyutunun henüz sona ermediğini göstermektedir. Uranyum zenginleştirme konusu taraflar arasında ciddi bir sorun olarak masada kalmaya devam edecek görünüyor. Diplomasi ve baskının iç içe geçtiği bu süreçte, uranyum zenginleştirme meselesi bir teknik detaydan ziyade, egemenlik, itibar, caydırıcılık ve jeopolitik güç meselesine dönüşmüş durumda. Son görüşmeler sonrası devlet televizyonuna konuşan İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, "Öyle görünüyor ki ABD tarafı artık İran'ın pozisyonunu daha açık ve net anlıyor. Umman Dışişleri Bakanı'nın bu görüşmelerde sorunları çözmeye yönelik bazı fikir ve önerileri oldu. Bu önerilerin karşılıklı hiçbir taahhüt olmadan başkentlere taşınması ve uzamanlar düzeyinde daha fazla ele alınması kararlaştırıldı" şeklinde konuştu. Bu bağlamda, Umman Dışişleri Bakanı’nın sunduğu öneri, müzakerelerin devamını sağlayan kilit unsur olarak öne çıkmaktadır.
Öte yandan ABD’nin İran’a sunduğu teklifin içeriğinde belirsizlikler olduğu anlaşılmaktadır. Zenginleştirme faaliyetlerinin nasıl sonlandırılacağı; santrifüjlere hekzaflorür (UF6) gazı verilmesinin durdurulması, santrifüj montajının askıya alınması, uranyum dönüştürme faaliyetlerinin sonlandırılması gibi teknik detaylar belirsizliğini korumaktadır. The Guardian’ın haberine göre, ABD tarafı İran’a üç yıl boyunca zenginleştirme yapmama karşılığında, bu sürenin sonunda %3,75 oranında zenginleştirme izni teklif ettiği iddia edildi. Ancak İran açısından, bu sürenin sonunda eski faaliyetlerine yeniden başlayabilme garantisi olmadığı için bu öneri kabul edilebilir bir güvence sunmamaktadır. Bu nedenle zenginleştirme işleminin sonlandırılmasına dair teknik detayların uzmanlar düzeyinde ele alınması gerekmektedir.
İran’ın bu konuda geçmişteki deneyimleri de belirleyicidir. 2003 yılında Avrupa ile yapılan benzer bir anlaşma sürecinde, İran gönüllü olarak zenginleştirme faaliyetlerini askıya almış; ancak Avrupa tarafının verdiği taahhütleri yerine getirmemesi üzerine, 2005 yılında faaliyetlerine yeniden başlamıştır. İran tarafından zenginleştirme faaliyetlerinin askıya alınması, gönüllü ve geçici olarak ifade edilmiş ve İran hukuken bu hakkından vazgeçmemişti. Avrupa'nın zenginleştirmeyi durdurma noktasında üzerinde durduğu husus, santrifüjlere gaz akışının kesilmesi ve santrifüj montajının yapılmaması oldu. İran ise zenginleştirme faaliyetinin durdurulmasını en düşük anlamıyla santrifüjlere gaz akışını sonlandırmak olarak değerlendirdi.
Bugün ise İran, zenginleştirme programını yalnızca enerji üretimi değil; tıp, tarım, petrokimya ve deniz suyu arıtma gibi geniş bir yelpazede kullanmaktadır. Bu nedenle bu programı ulusal bir değer ve kazanım olarak görmekte ve bu haktan vazgeçmeyi, “geleceğe ihanet” olarak değerlendirmektedir. İran Meclisi’nde 22 Mayıs'ta okunan bildiride, bu söylem net bir şekilde dile getirilmiştir.
Diplomatik esneklik ve konsorsiyum seçeneği

Tahran yönetimi, ABD’nin taleplerini yumuşatmak ve Trump’ı diplomatik çerçevede tutmak için bazı alternatif öneriler geliştirmiştir. Ayetullah Hamaney’in danışmanı Ali Şemhani, İran’ın elindeki yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokundan vazgeçebileceğini ifade etmiş ve bu açıklama Trump tarafından sosyal medyada paylaşılmıştır. Bu mesaj, İran’ın taktiksel esneklik gösterebileceğinin bir işaretidir.
İran ayrıca, bölge ülkeleriyle bir uranyum zenginleştirme konsorsiyumu kurulmasını teklif etmiştir. Böylece düşük düzeyde zenginleştirme İran’da yapılırken, bölgesel iş birliğiyle şeffaflık sağlanabilecektir. Bu öneri, İran’ın nükleer silah peşinde olmadığını gösterme çabasıdır. Nükleer konsorsiyum, iyimser bir bakış açısıyla, müzakerelerin en zorlu başlığı olan uranyum zenginleştirme meselesinde bir çıkış yolu olabilir. Ancak bunun başarılı olabilmesi için zenginleştirmenin İran topraklarında mı yoksa dışında mı yapılacağı, denetçilerin kim olacağı, teknoloji transferi olup olmayacağı ve ABD'nin bu ortaklık ve artırılmış denetim mekanizması karşılığında Tahran’a anlamlı bir taviz verip vermeyeceği gibi birçok teknik ve siyasi belirsizlik açıklığa kavuşturulmalıdır.
Taraflar arasında Roma'da yapılan 5. tur müzakereler sonrasında Umman'ın masaya getirdiği önerinin iki ülke heyetleri tarafından başkentlere taşınması ve konunun teknik düzeyde daha fazla ele alınacak olması, İran'ın teknik esnekliğini göstermektedir. Benzer esnekliği ABD'nin de göstermesi durumunda iki ülke arasında geçici bir ön anlaşmaya tanık olabiliriz. Taraflar arasında ilerleme olasılığı, yalnızca teknik uzlaşmadan değil; aynı zamanda siyasi irade, karşılıklı güven inşası ve dış aktörlerin (İsrail, Körfez ülkeleri, Avrupa) etkisinin sınırlanmasından geçiyor. Son günlerde İsrail'in İran'a yönelik kapsamlı bir hava saldırısı hazırlığı içerisinde olduğuna dair ABD basınında çıkan haberler bunun bir göstergesidir. Umman’ın arabuluculuğu sayesinde müzakereler hâlâ devam etmekte olsa da mevcut tablo tarafların pozisyonlarında köklü bir değişiklik olmadan kapsamlı bir anlaşmanın zorluklarını açıkça ortaya koymaktadır.