ABD Birden Fazla Cephede Savaşa Hazır Mı?
Günümüzde küresel siyasi ortam her zamankinden çok daha değişken ve iç içe geçmiş durumda. Tehditler artık geleneksel askeri çarpışmaların ötesinde. Siber savaş, ekonomik baskı ve hibrit çatışmalar. Bu hengâmenin içinde Amerika Birleşik Devletleri aynı anda birden fazla savaş cephesini yönetmek gibi, kendi açısından, ürkütücü bir ihtimalle karşı karşıya.
ABD en son 2. Dünya Savaşı’nda küresel bir çatışmaya girdi. O dönemde Amerika'nın endüstriyel gücü, askeri stratejisi ve halkın desteğiyle bu çatışmalardan galip çıkması mümkün olmuştu.
Ancak bugünün zorlukları çok daha farklı. ABD halihazırda İsrail'i sürekli olarak son teknoloji mühimmat ve milyarlarca dolarlık askeri yardımla destekleyerek “müttefikinin güvenliğini sağlamaya” çalışıyor. Ama Rusya ya da Çin gibi süper güçlerle birebir savaşacak duruma gelirse, İsrail’e olan bu taahhütlerini yerine getirmeye devam edebilecek mi?
Çünkü artık Çin ve Rusya gibi bölgesel güçler daha iddialı, Orta Doğu'daki çatışmalar ise giderek daha da karmaşık bir hâle geliyor. Kuzey Kore ve İran gibi devletler ABD için artık daha fazla tehdit. Bu tehditlerin bir ya da birden fazlasının savaşa döndüğü bir ihtimalde ABD kaynaklarının ne kadar yeterli olacağına dair sorular akılları kurcalıyor.
Tarihsel bağlam
ABD’nin girdiği en önemli son üç savaş: Afganistan, Irak ve Vietnam.
Afganistan Savaşı, bir terör örgütü olarak nitelendirdiği Taliban'ı iktidardan uzaklaştırmayı amaçlayan Amerika’nın en uzun savaşı. Başlangıçta başarılı görünse de bölgedeki güçlerin yeniden dirilmesi ABD’nin Taliban’ı yine Taliban’la değiştirip ülkeden çıkmasıyla sonuçlandı.
2003 yılında da Saddam Irak'ına karşı Orta Doğu'da ikinci büyük savaşı başlattı. “Irak'ın kitle imha silahları var, biz ona saldırmazsak o bize saldıracak.” argümanıyla ABD kaynaklarını tüketen uzun süreli bir işgal. Bunun nasıl bittiği de malum.
Irak savaşından çıkan askerlerin şiddetli bir şekilde travma sonrası stres bozukluğu yaşadıkları bilinen bir gerçek. Amerika’ya geri dönen askerlerin birçoğu ordudan çıkışını yapıyor, hiçbir işte barınamıyor, halüsinasyonlar görüyor ve sefil bir hayat yaşıyor. Ordu ise tekrardan elini uzatmıyor. Bu da her geçen yıl Amerikan halkının orduya olan güvenini ciddi anlamda sarsıyor.
Teknolojik üstünlüğüne rağmen Amerika, Vietnam ormanlarında da adeta bataklığa saplanmıştı. Son teknoloji silahları ve sistemleri, Vietnamlıların gerilla taktikleriyle etkisiz hâle getirilmiş ve ABD 60 bine yakın askerini kaybetmişti.
Geleneksel savaştaki son 3 sınavında başarısız olan ABD’nin modern savaşın artık kara, deniz ve hava ile sınırlı olmadığı gerçeğiyle de yüzleşmesi gerekiyor. Kritik altyapı veya uydu ağlarına yönelik bir siber saldırı en az konvansiyonel bir askeri saldırı kadar yıkıcı olacaktır. İnsansız teknolojiler, siber savaş ve uzay teknolojilerinde yükselen rekabet, çok cepheli savaş kavramına yeni boyutlar katmaya devam edecek gibi görünüyor.
Jeopolitik gerginlikler
Amerikan hegemonyasına, ittifaklarına ve çıkarlarına meydan okunan kilit bölgeler üç nokta olarak önümüze çıkıyor: Rusya, Çin, Orta Doğu.
2023 Ekim’de "Rusya bizi ikna etmeye çalıştığı kadar güçlü değil." diyen Çek Cumhurbaşkanı Petr Pavel bu sözünün üzerinden henüz 1 sene geçmeden şu ifadeleri kullanmak zorunda kaldı: “Ukrayna'nın Rusya tarafından işgal edilen toprakları geri alma ihtimali konusunda gerçekçi olması gerekecek. Ukrayna topraklarının bir kısmı “geçici olarak” Rus işgali altında kalacak.”
ABD şu an her ne kadar bilfiil savaşın içinde olmasa da Rusya bu tavrını devam ettirdikçe ya bizzat Rusya’yla kafa tokuşturmak zorunda kalacak ya da Ukrayna’ya NATO üssü kurma sevdasından vazgeçecek.
Asya-Pasifik bölgesi, temelde de Çin, ABD'nin çatışmaya girmek zorunda kalabileceği bir başka kritik cephe.
Amerikan hükümetinin düzenli olarak yayınladığı Ulusal Savunma Stratejisi’ni inceleyen ve gerekli öneri ve eleştirileri yönetime ileten Ulusal Savunma Stratejisi Komisyonu, Temmuz 2024’te yayınladığı raporda şöyle yazdı:
“Komisyon, Çin'in birçok yönden ABD'yi geride bıraktığını ve ABD'nin Batı Pasifik'teki askeri avantajını büyük ölçüde ortadan kaldırdığını tespit etmiştir. ABD'nin önemli bir değişiklik yapmaması halinde güç dengesi Çin'in lehine değişmeye devam edecektir. Çin'in yıllık toplam savunma harcamalarının 711 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir.”
Çin ve Rusya'nın Şubat 2022'de kurdukları “sınır tanımayan” ortaklık, İran ve Kuzey Kore ile askeri ve ekonomik etkileşimi de içerecek şekilde genişledi.
İran demişken, ABD’nin bizzat savaşmak zorunda kalabileceği üçüncü cepheye gelelim: Orta Doğu.
Orta Doğu, enerji kaynakları, stratejik rotaları, karmaşık ittifakları ve rekabetler ağıyla uzun zamandır ABD dış politikasının ana odak noktalarından biri. Bölgedeki en büyük müttefiki Netanyahu’nun ihtirasları ve savaşı farklı cephelere yayan politikasının ucu İran’a da dokundu. İsrail'in bölgede yarattığı büyük gerginlik ABD'yi bizzat savaşa girmeye itebilir.
Askeri durum
ABD'nin birden fazla cephede savaşa gerçekten hazır olup olmadığını değerlendirmek için ordunun mevcut büyüklüğünü, yeteneklerini, teknolojik ilerlemelerini ve konuşlandırmalarını incelemek gerekecek. Bu değerlendirmedeki önemli iki faktör olan bütçe ve ordu büyüklüğünü ele alalım.
2024 için belirlenen Savunma Bakanlığı bütçesi 842 milyar dolardı. Bu miktarın içine Personel ve Eğitim, Ar-Ge, Tedarik, Operasyonlar ve Bakım ve Nükleer Caydırıcılık dahil.
Yaklaşık 1,4 milyon aktif görevli personel şu anda Kara Kuvvetleri, Donanma, Hava Kuvvetleri, Deniz Piyadeleri ve Uzay Kuvvetleri'ne yayılmış olarak görev yapmakta.
- Kara Kuvvetleri: 452.000
- Donanma: 342.000
- Hava Kuvvetleri: 325.000
- Deniz Piyadeleri: 177.000
- Uzay Kuvvetleri: 16.000
Yurt dışındaki askeri varlığa gelecek olursak ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı Savunma İnsan Gücü Veri Merkezi rakamlarına göre 140'tan fazla ülkede yaklaşık 170.000 aktif askeri personel konuşlandırmış durumda. En önemlileri:
- Japonya: 55.000
- Almanya: 35.000
- Güney Kore: 28.500
Orta Doğu’daki ülkelerde ise toplam: 40.000
Bütçe ve askeri personel sayısına baktığımız zaman ordu ve harcanan paralar devasa görünüyor. Peki nitelik, nicelikle doğru orantılı mı?
Savunma ve güvenlik gibi alanlarda askeri raporlar yayınlayarak ABD'nin askeri gücünü ve tehditlere karşı hazırlık seviyesini değerlendiren Heritage Foundation’ın yayınladığı 2024 ABD Askeri Gücü Endeksi, ABD ordusunu Kara Kuvvetleri, Donanma, Hava Kuvvetleri, Deniz Piyadeleri ve Uzay Kuvvetleri başlıkları altında 3 kalemde inceledi: kabiliyet, kapasite ve hazırlık. Değerlendirme sistemini ise Çok Zayıf, Zayıf, Marjinal, Güçlü, Çok Güçlü olarak belirledi.
Yaptığı incelemelerin neticesinde Kara Ordusu’nu marjinal olarak belirledi. Gerekçesi de: Ordunun birincil teçhizatının çoğu eski. Modernizasyondaki mütevazı ilerleme devam ederken, neredeyse tüm yeni teçhizat programları geliştirme aşamasında ve birçoğunun sahaya sürülmesine en iyi ihtimalle bir yıl var.
Donanma’yı zayıf olarak puanladı. Gerekçe olarak da donanmanın bugün kendisinden beklenenleri yerine getirebilmesi için 400 gemiden oluşan bir savaş gücüne ihtiyacı olduğunu, mevcut durumda ise sadece 297 gemilik bir filoya sahip olduğunu öne sürdü.
Hava Kuvvetleri’ni çok zayıf olarak niteledi. 600’e yakın sayıda uçağa sahip olan Hava Savunma Envanteri’nin, birden fazla büyük operasyonu idare etmek için yetersiz olduğunu söyleyen rapor hava kuvvetlerinin sadece tek bir büyük çatışmanın üstesinden gelebilecek ve bunu da ancak küresel kaynaklara başvurarak yapabilecek kapasitede olduğu sonucuna vardı.
Deniz Piyadeleri’ni güçlü, Uzay Kuvvetleri’ni ise marjinal olarak tespit etti.
Sonuç olarak, ABD Ordusu’nun “zayıf” olduğu çıkarımını yaptı. Ve mevcut durumun devam etmesi halinde Birleşik Devletler’in, dünya üzerindeki çıkarlarını koruma konusunda yetersiz kalacağını belirtti.
ABD Ordusunu Bekleyen Zorluklar
ABD’nin bu 3 cephede savaşa tutuştuğunu varsayarsak, karşılaşabileceği zorluklar ne olacak?
Çok cepheli bir savaşta mücadele etmek için mühimmat, yakıt, gıda ve tıbbi materyal de dahil olmak üzere büyük miktarlarda malzeme gerekir. Bu malzemelerin uzun mesafeler boyunca -genellikle düşman topraklarında- sürekli akışını sağlamak ciddi riskler doğuracaktır.
Mesela Çin ile ABD arasındaki bir savaşı göz önüne alırsak, ülkenin batı sınırının silah sevkiyatına müsait olduğu Ukrayna'nın aksine Tayvan bir ada. Çin ablukası savaş başladıktan sonra bölgeye silah sistemleri ve mühimmat sokmayı zorlaştıracak ve belki de imkânsız hale getirecektir.
Lojistik problemini geçsek bile, bu ürünlerin tedarik konusu başlı başına bir sorun gibi görünüyor. ABD Avrupa Ordusu eski komutanı Emekli Korgeneral Ben Hodges, ABD ve müttefiklerinde, “ihtiyaç duyulan kritik mühimmattan kesinlikle yeterince bulunmadığını” ifade etti. Sevkiyat problemi göz önüne alınınca, devasa bir mühimmat ve malzeme stoğu gerekli olacak. Ve bunu tek cephede değil, 3 cephede yapması gerekecek.
Foreign Affairs’in yayınladığı araştırma ABD ordusunun henüz yapay zekayı benimseyemediğini, Pentagon'un ise bu başarısızlıkları düzeltmeye yönelik yeterli sayıda girişimi olmadığını söylüyor. Öte yandan, geçtiğimiz aylarda Rus ordusu Ukrayna'da çok sayıda yapay zekâ destekli İHA kullandı. Ve geçtiğimiz dönemde Çin, teknoloji odaklı güçler oluşturmaya yeni bir vurgu yaparak neredeyse son on yıldaki en büyük askeri yapılanmasını duyurdu.
İran’ın 1 Ekim’de İsrail’e gönderdiği 200 civarı balistik füzeyi hatırlıyorsunuz. IDF’in açıkladığına göre füzelerin büyük çoğunluğu hassas bir hesaplamayla askeri üslere isabet etti. Üstüne üstlük İran medyasının bu saldırıda kullandıkları Fettah 1 füzesinin hipersonik olduğunu söylemeleri birçok İsrailli ve Amerikalı analisti endişelendirmişti. İran’ın Çin ve Rusya tarafından hem askeri hem de diplomatik olarak desteklendiği de herkesin malumu.
ABD kamuoyu (Halk Desteği)
Videonun girişinde ABD’nin, II. Dünya Savaşı’ndaki küresel çatışmalardan galip çıkmasının bir nedeninin de halkın desteği olduğunu söylemiştik. Ancak Vietnam, Irak ve Afganistan savaşları sorgulanmaya başlandığında, uzun vadeli askeri angajmanlara yönelik kamuoyu toleransının çok da yüksek olmadığı görüldü.
Vietnam savaşını hatırlayalım: Başlamasından kısa süre sonra, özellikle üniversite kampüslerinde protestolar yükselmeye başladı. 1965'ten itibaren gösteriler, yüz binlerce kişinin katıldığı toplumsal eylemlere dönüştü. Malcolm X, Marthin Luther, Muhammed Ali gibi büyük isimlerin karşı çıkmasıyla protestolar daha da yaygın hâle geldi. 1970'te Kent Eyalet Üniversitesi'nde dört öğrencinin güvenlik güçlerince öldürülmesi, toplumun tepkisini zirveye taşıdı. Aynı zamanda Amerikan toplumunda bir dönüm noktası yarattı: halkın hükümete duyduğu güven sarsıldı.
Gelelim en sıcak ve en etkili maddeye: Amerika’nın İsrail desteği. İsrail'in insanlık dışı hava saldırıları Gazze'de sayısını kesin olarak bilemediğimiz kadar genç, yaşlı, kadın ve çocuğum ölümüyle sonuçlanırken, ABD genelinde protestolar patlak verdi ve birçok Amerikalı İsrail'e yapılan yardımın sona erdirilmesi çağrısında bulundu. Eleştirmenler milyarlarca doların dış savaşlar ve askeri destek için harcanırken sağlık, eğitim ve altyapı gibi iç meselelerin yeterince finanse edilmediğini gündeme getirdi.
ABD kamuoyunun hiç olmadığı kadar harekete geçmesi, tahminimce sosyal medyanın varlığından kaynaklanıyor. Dünya artık sadece yukarıdan atılan bombaları değil, çocuğunun cesedini torbada taşıyan babaları görüyor.
Bu manzaraların ardından, ABD önümüzdeki dönemde 3 cephede savaşa girerse, Amerikan halkı bunu destekleyecek mi?
ABD’nin müttefikleri
Amerika, kesinlikle ve keslinlikle müttefiklere muhtaç. Bu fikir, emekli Korgeneral Ben Hodges’a ait: “ABD, devasa savunma bütçesiyle bile, tüm güvenlik yükümlülüklerimizi tek başına yerine getiremez.” Ulusal Savunma Stratejisi Komisyonu Raporu da aynı fikirde.
ABD'nin ilk dayanağı: NATO. Trump döneminde hatırladığınız üzere ABD’nin ve Avrupa’nın NATO harcamaları konusunda bazı çekişmeler olmuş, hatta Trump karşılıklı savunma maddesini desteklemeyi reddetmişti. Avrupa buna yanıt olarak 2018 yılında Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği (PESCO)'ni, Avrupa Birliği'nin güvenlik ve savunma politikasının bir parçası olarak kurdu. Geçmişte yaşanan bu sürtüşme, olası bir dünya savaşında müttefikler arasındaki ilişkiye nasıl etki edecek?
Hint-Pasifik bölgesinde ise ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya dörtlüsünün oluşturduğu Dörtlü Güvenlik Diyaloğu karşımıza çıkıyor. Bu birliğin kendi içindeki bağların sağlamlığı birçok uzmanın tartışma konusu. Özellikle Hindistan, Çin ile ilişkilerinde stratejik özerkliğini korumayı tercih ederek, ABD ve müttefikleriyle çok yakın bir ilişki kurma konusunda ihtiyatlı davranıyor.
ABD’nin müttefikleri Japonya ve Güney Kore’ye baktığımızda bir yandan ABD ile güvenlik çıkarlarını korumaya çalışırken öbür yandan büyük ticaret ortakları Çin ile ekonomik ilişkilerini dengelemek zorundalar. Avustralya da aynı şekilde Çin'e ilişkin güvenlik endişelerini Çin pazarına olan ekonomik bağımlılığıyla dengelemek mecburiyetinde.
Orta Doğu’ya bakacak olursak, ABD’nin en sıkı müttefiği olarak Suudi Arabistan karşımıza çıkıyor. Ancak Heritage Foundation’ın yayınladığı raporda da belirtildiği üzere Pekin’in, Suudi Arabistan ve İran’ın arasını yapma girişimleri ABD’yi derinden endişelendiriyor.
Dünyanın ‘Amerikan Polisi’nden sıkıldığını da hatırlamak gerekiyor burada. ABD’nin Irak ve Afganistan’a yönelik askeri müdahaleleri uzun süreli işgallere, yüksek maliyetlere ve sivil kayıplara neden olarak Orta Doğu’da kalıcı bir öfke mirası bıraktı. Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkeler, bölgesel güçler olarak kendilerini giderek daha fazla ortaya koymakta ve “ABD’nin küresel güvenliğin nihai belirleyicisi olması gerektiği” fikrine meydan okumakta.
Nükleer savaş ihtimali
Bir başka sıkıntılı nokta ise, nükleer savaş. ABD'nin nükleer silaha sahip devletlerle gireceği herhangi bir büyük çaplı çatışmada bu risk yalnızca uzak bir olasılık değil; bazılarınca neredeyse kaçınılmaz bir sonuç. Düşük kapasitede dahi olsa bir nükleer silah kullanıldığında, misillemenin önünü açar ve ardından gelecek yıkım hayal bile edilemez boyutlarda olur.
Hiçbir askeri hazırlık, teknolojik üstünlük ya da stratejik ittifak nükleer savaş riskini tam anlamıyla azaltamaz. Çok cepheli bir savaş bağlamında nükleer silahların kullanımının kontrol edilebilir olduğu düşüncesi akıldan uzak bir iyimserlik olur.
Olası senaryolar ve sonuç
ABD’nin Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi büyük güçlerle aynı anda çatışmaya girme olasılığı artık bir varsayım olmaktan çıktı ve Jeffrey Sachs, John Mearsheimer gibi ünlü ekonomist ve uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından sıklıkla gündeme getiriliyor. Bu uzmanların tahminlerine dayanarak senaryolar çizecek olursak, manzara aşağı yukarı şöyle oluyor:
Hint-Pasifik'e bakacak olursak; Tayvan meselesi, yalnızca bir toprak anlaşmazlığı değil, aynı zamanda ABD’nin çok kutuplu bir dünya düzenini kabul etmeme isteğinin bir sembolü. Bu senaryoda Çin, Tayvan’a yapılan ABD askeri desteğini varoluşsal bir tehdit olarak algılıyor ve Tayvan üzerinde egemenliğini ilan etmek amacıyla askeri bir harekât başlatıyor. ABD, Tayvan İlişkileri Yasası gereği stratejik taahhüdü doğrultusunda müdahale ediyor ve bu, Hint-Pasifik bölgesinde hızla tırmanan bir çatışmaya yol açıyor. Çatışma kısa sürede Çin’in gelişmiş gemisavar füzeleri ve siber savaş taktikleriyle tırmanırken, ABD deniz ablukaları ve hava saldırılarıyla karşılık veriyor. Her iki taraf da ağır kayıplar verirken, çatışmanın uzaması nükleer savaş riskini artırıyor. Ayrıca Jeffrey Sachs’a göre Çin ile girilecek bir savaş, başta ABD olmak üzere dünya ekonomisine ciddi zararlar verecektir.
John Mearsheimer’e göre, NATO ve Rusya arasında bir Avrupa savaşının temel nedeni, ABD’nin NATO’yu sürekli olarak doğuya genişletmesi olacak. Rusya, bu genişlemeyi varoluşsal bir tehdit olarak algılar. NATO Antlaşması’nın 5. Maddesi, herhangi bir NATO üyesine saldırıldığında ABD ve Avrupa’nın savunmaya katılmasını zorunlu kılar. Bu senaryoda, Doğu Avrupa’daki savaş kısa sürede konvansiyonel bir çatışmaya dönüşür ve Baltıklar ile Polonya’da NATO ve Rusya kuvvetleri arasında yoğun çatışmalar başlar. İleri füze sistemleri, siber saldırılar ve hibrit savaş taktiklerinin kullanılması çatışmayı daha karmaşık hale getirir. Mearsheimer’ın büyük güç rekabeti teorisine göre, Rusya yenilgiyi önlemek için daha ileri gidecek ve durumu çözmek adına taktiksel nükleer silah kullanımını bile göze alacaktır.
ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği ve İran’a yönelik sindirme politikaları, Orta Doğu'daki krizin zeminini hazırlıyor. Bu senaryoda İsrail, İran’ın nükleer tesislerine hava saldırıları düzenler ve İran, İsrail’e füzelerle karşılık verir. ABD de müttefiki İsrail’i korumak için çatışmaya dahil olur. Çatışma tırmandıkça Hizbullah, Husiler ve Hamas, İsrail’e karşı koordineli saldırılar başlatır, İran da ABD’nin bölgedeki askeri üslerini hedef alır ve petrol yataklarını ateşe verir. ABD, İran’ın askeri altyapısına hava saldırıları düzenleyerek karşılık verir ve çatışma daha geniş bir bölgesel savaşa dönüşür. Nükleer savaş riski oldukça yüksektir; İsrail, yenilgi tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında Samson Option gereğince nükleer silah kullanımını düşünmeye başlar. ABD, bölgedeki müttefikinin çöküşünden endişe ederek askeri müdahalesini artırır bu da Suudi Arabistan ve Türkiye gibi diğer bölgesel aktörleri çatışmaya çekebilir.
Sonuç olarak;
ABD'nin çok cepheli savaşa hazır olup olmadığı sorusu, yalnızca askeri hazırlık, gelişmiş teknoloji veya stratejik ittifaklarla ilgili değil, çok daha karmaşık ve dalgalı bir küresel manzaranın yansımasıdır. Farklı metinlerde/videolarda detaylarını ele almamız gereken birçok parametre var. Lojistik ve ekonomik baskılardan, kamu desteği ve siyasi iradenin erozyonuna kadar, Amerika’nın eşzamanlı savaşlar yürütme kapasitesi yeterli görünmüyor. Birçok realist analizci ve uzmana göre ABD’nin Çin, Rusya ve İran gibi muhaliflerle anlamlı bir diyalog kurmaması gerilimi artırarak dünyayı dönülmez bir çatışmaya yaklaştırır.
Aslında Amerika’nın içinde bulunduğu durumun sorumlusu, Noam Chomsky’ye göre yine Amerika’dır. ABD'nin yıllarca süren emperyalizminin ve müdahale politikalarının doğrudan bir sonucudur. Chomsky, ABD’nin dünyanın polisi olma ısrarının, küresel nefreti derinleştirdiğini, çatışmaları körüklediğini ve özellikle Orta Doğu'da şiddet döngülerini sürdürdüğünü savunur.
Eğer ABD askeri taahhütlerini genişleterek, diplomatik fırsatları göz ardı ederek ve hegemonyasını sürdürmek için şiddete başvurarak mevcut yoluna devam ederse dünya, geri dönüşü olmayan bir çatışmanın eşiğine gelebilir. Sorun, ABD'nin çok cepheli savaşa hazır olup olmadığı değil, dünyanın böyle bir savaşı nasıl atlatacağı. Askeri teknolojilerin geldiği nokta nedeniyle dünyanın karşı karşıya olduğu tehditler tarih boyunca belki de hiç bu kadar yüksek olmamıştı.