200 Yıl Sonra ABD’nin Yalnızcılık Stratejisine Dönüşü  

Çin’in yükselişi ve Avrupa’daki güvenlik endişeleriyle şekillenen çok kutuplu dünyada, ABD yeniden Monroe Doktrini’nin izinden gidiyor. Öte yandan, Trump’ın ekonomik çıkarları ön planda tutarak uyguladığı Yalnızcılık Stratejisi, ülkenin küresel gücünü elinde tutma stratejisini sürdürüy
Yunus Arslan
200 Yıl Sonra ABD’nin Yalnızcılık Stratejisine Dönüşü  
25 Şubat 2025

ABD'nin "dünyanın polisi" rolünden vazgeçmesi, Çin'in uzun süredir devam eden yükselişi ve Avrupa'da artan güvenlik endişeleri derken, dünya çok kutupluluk kavramını tartışıyor. Tüm bu gelişmelerin faturası adeta Trump'a kesiliyor. Ancak, ABD'nin 200 yıl önceki stratejisine döndüğünü söyleyebiliriz.  

Peki nedir bu strateji? Bundan yaklaşık 200 yıl önce, tıpkı Trump’ın "America First" söylemi gibi, "Amerika Amerikalılarındır" felsefesini benimseyen Monroe Doktrini ile ABD, Yalnızcılık Stratejisi’ni resmileştirmişti. Bu stratejinin temel amacı, Güney Amerika’nın Avrupalı devletler tarafından sömürgeleştirilmesini önlemekti. Aynı şekilde ABD de Avrupa’nın iç işlerine karışmayacaktı. Böylece ABD, ulusal bütünlüğünü tehdit edilmeden kıtasal bir güç olabilecekti. Tabi bu strateji zaman içinde değişti.   

Yalnızcılık stratejisi nedir?  

Uluslararası ilişkilerde Yalnızcılık Stratejisi; infirat siyaseti, ayrı durma politikası, izolasyonizm ve Monroe Doktrini gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu, uluslararası sorunlarda aktif olarak yer almamaya ve diğer ülkelerle diplomatik hatta ticari ilişkileri bile en alt düzeyde tutmaya odaklı bir dış politika stratejisidir.  

ABD'nin Yalnızcılık Stratejisi ise genelde dünyanın çeşitli yerlerindeki, özelde Avrupa'daki gelişmelerden herhangi bir zarar görmemek ve mevcudiyetini dış etkilerden olabildiğince uzak durarak korumak ve geliştirmek amacıyla ülkeyi uluslararası sistemden izole etmesidir.  

 

Monroe doktrini ve ABD'nin tarihi izolasyon politikası  

1782'de John Quincy Adams tarafından ortaya atılan Yalnızcılık Stratejisi, 5. Başkan James Monroe tarafından 2 Aralık 1823'te resmi bir doktrin haline getirildi. Amerika tarihindeki ilk doktrin olan Monroe Doktrini, Avrupalı devletlerin Latin Amerika'da sömürgecilik faaliyetlerine girişmesine izin vermeyeceğini, kendisinin de Avrupa'nın iç işlerine karışmayacağını ve karşılığında Avrupalı devletlerin de ABD'nin iç işlerine karışmaması gerektiğini ilan etti. Doktrinin altındaki felsefe, "entrikalar diyarı" olarak görülen Avrupa kıtasını Amerika kıtasından uzak tutmaktı. Özetle, yeni dünyanın tek sömürgecisi ABD olacaktı.  

Eski dünya ile yeni dünya arasındaki kesin çizgi  

Eski dünya olan Avrupa ile yeni dünya olan ABD, artık kesin hatlarla ayrılmıştı. ABD, Latin Amerika'da otoritesini kabul ettirmek için askeri gücünü kullanmaktan çekinmedi ve bölgedeki ekonomik bağlarını güçlendirmeye çalıştı. Bu durum, ABD'nin izolasyonculuğunun tamamen kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiğini gösteriyor. Günümüzde de aynı anlayış devam ediyor: Eğer ABD'nin çıkarı varsa, orada var.  

Yalnızcılık stratejisinin üç kademesi   

Yalnızcılık Stratejisi içerisinde birbiriyle iç içe bir halde üç kademeli bir dış politikanın uygulandığı söylenebilir:  

1. Ulusal bütünlüğü sağlamak  

2. Kıtasal güç olmak  

3. Küresel bir güç olmak için verilen mücadeleler  

ABD'nin büyük bir güç olarak tarih sahnesine çıkmasına kadar etkin bir dış politikasının varlığından söz edemeyiz. Dış politikasında öncelik olarak, iç büyümesine, ticaret ve ekonomik ilişkilerine odaklanmıştır.   

İç savaştan küresel güce: ABD’nin dönüşümü   

1861-1865 yılları arasındaki Amerikan İç Savaşı, David Rockefeller ve Andrew Carnegie gibi kapitalizmin sembol isimlerinin yükselişiyle Amerikan ekonomisinin büyük bir atılım yapmasına yol açtı. Ekonomik büyümeye paralel olarak, dış politikada daha aktif bir rol üstlenme fikri de güçlendi.   

Bu bağlamda, 1898'deki ABD-İspanya Savaşı, ABD'nin küresel güçler arasındaki konumunu pekiştiren önemli bir dönüm noktası oldu. Küba meselesi nedeniyle patlak veren bu savaşta İspanya mağlup oldu ve ABD, büyük güçler arasına geri dönülmez bir şekilde katılmış oldu. Bu zaferin ardından, ekonomik gücü siyasi güce dönüştürme fikri ABD kamuoyunda daha fazla karşılık buldu ve Yalnızcılık Stratejisi dönüşüm geçirmeye başladı.  

Roosevelt'le beraber ABD dış politika kimliğini reel politik olarak gerçek manada kazanmaya başlamıştır. Roosevelt'in politikaları güçlü başkanı imajını ortaya çıkarmış, güçlü bir başkan da daha saldırgan bir dış politikayı beraberinde getirmiştir.  

ABD'nin yalnızcılık stratejisini terk etmesindeki dönüm noktaları  

Amerika'nın Yalnızcılık Stratejisini terk etmesinde üç önemli olay etkili olmuştur:  

1. 7 Mayıs 1915 tarihinde bir Alman denizaltısının Lusitania gemisini batırması  

2. 7 Mayıs 1941 tarihinde Japonların Pearl Harbor saldırısı  

3. 11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kulelere yapılan saldırı   

ABD dış politikasında bir asırdan daha uzun süredir uygulanan Yalnızcılık Stratejisi, 20. yüzyılın ortalarından itibaren dünya liderliğinin kapılarını ABD'ye açan bir anahtar olmuştur.  

"Dünyanın polisi" rolünden vazgeçiş  

İkinci Dünya Savaşı öncesinde ABD'nin küresel etkisi hâlâ sınırlıyken, savaş sonrası "dünyanın polisi" olma rolünü üstlendi. Ancak ABD Başkanı Obama'nın 2014'teki "Dünyanın polisi olmayacağız" açıklaması, ülkenin yeniden Yalnızcılık Stratejisine yönelme sinyali olarak yorumlanabilir. Yine de ABD, küresel etkinliğini kaybetmek istemediği için bu rolü yavaş yavaş terk etmeye çalıştı. Ancak dünyanın ekonomik kaynaklarını elinde tutma çabasını hiç bırakmadı.  

Trump dönemi ve Amerika’nın yeni hedefleri  

Trump'ın, Kanada'ya dair açıklamaları, Panama Kanalı'na yönelik ilgisi ve Grönland'a yönelik girişimleri, ABD'nin kıtadaki etkisini artırma isteğinin göstergeleri olarak okunabilir.  

Trump, başkan olmadan önce Gazze ve Ukrayna'daki savaşların bitirilmesi gerektiğini savunuyordu. Ancak son söylemleri, ABD'nin artık küresel sorunlarla doğrudan ilgilenmek yerine, kendisi için en önemli olanın ekonomik çıkarları olduğunu gösteriyor. Ukrayna'daki savaş bağlamında, Putin ile anlaşmaya çalışarak bölgedeki mineralleri göz koyması bunun bir kanıtı.  

Çok kutuplu dünyada ABD’nin yeni stratejisi  

Avrupa'nın güvenlikçi politikaları, Çin'e yönelik baskılar ve çok kutuplu dünya düzeni tartışmaları göz önünde bulundurulduğunda, ABD'nin hala siyasi gücünü kullanmaktan vazgeçmediği görülüyor. Ancak 200 yıl içinde küresel gücünü artıran ABD, bugün yeniden kıtadaki etkisini artırmaya çalışıyor. Panama Kanalı ve Grönland bu açıdan Trump için bir hayli önem arz ediyor.  Yine aynı şekilde savaşlara bir harcama yapmadan dünyanın ekonomik kaynaklarını kendi kalkınmasına yönlendirmeye odaklanmış durumda.   

Sonuç olarak Trump’ın iki döneminde de söylemleri her zaman “tüccar” olmasına atıfla yorumlanmaya çalışıyor. Ancak ABD'nin dış politikasında Yalnızcılık Stratejisinden bir damar her zaman canlı kalmıştır. Trump döneminde bu damar yeniden güçlenmiş görünmektedir. Tıpkı Monroe Doktrini döneminde olduğu gibi, ABD'nin çıkarları doğrultusunda şekillenen bir izolasyonculuk anlayışı günümüzde de kendini göstermektedir.