COP29’un Ardından: Bir Dönüm Noktası Mı, Kaçırılan Fırsatlar Mı?


Dünya, iklim krizinin etkilerini her geçen gün daha derinden hissederken, gözler bir kez daha Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin (UNFCCC) en yüksek karar alma platformu olan COP zirvesindeydi.
Bu sene Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen COP29, iklim değişikliğiyle mücadelede bir dönüm noktası olma potansiyeliyle beklentileri artırdı. Ancak bu zirve, yeni hedefler ve finansman taahhütleri ile umut verirken, eksik adımlar ve eleştirilerle de gölgelendi.
Öte yandan, geçtiğimiz yıl Dubai’deki COP28’de tartışmaların merkezinde yer alan iklim finansmanı, bu yılın da en önemli gündem maddesi olarak öne çıktı.
Peki ya, özellikle gelişmekte olan ülkeler için daha güçlü bir destek mekanizması kurulması gerektiği yönündeki çağrılar, COP29’da nasıl karşılık buldu? Paris Anlaşması hedeflerine yönelik somut adımlar atıldı mı? İşte detaylar…

COP29’un gündeminden öne çıkanlar
Bakü’deki zirve, sadece iklim değişikliğiyle mücadele değil, aynı zamanda ekonomik eşitsizliklerin de masaya yatırıldığı bir platform oldu. Öne çıkan başlıklara bir bakalım;
1. İklim finansmanı: Beklentiler ve gerçekler
Gelişmekte olan ülkeler, iklim krizinden en çok etkilenen kesimler olarak, yılda 300 milyar dolarlık finansman taahhüdünü yetersiz buldu. Gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere yıllık 100 milyar dolar sağlama taahhüdüne rağmen, bu hedefin ancak 2022'de gerçekleştiği ve şimdi ise gelişmekte olan ülkelerin bu miktarın 1 trilyon dolara çıkarılmasını talep ettiği belirtiliyor. Ancak, bazı çalışmalar 2,4 trilyon dolarlık bir ihtiyacın olduğunu öne sürüyor.
Zirvede, finansmanın miktarı, kaynak aktarımının yöntemi ve hangi projelere öncelik verileceği gibi konular en çok tartışılan başlıklar arasındaydı. Gelişmekte olan ülkelere 2035 yılına kadar yılda en az 300 milyar dolar aktarılması konusunda gelişmiş ülkelerin anlaşmaya varması, dikkat çeken başlıca gelişmelerden biri oldu. Ancak, bu miktarın gelişmekte olan ülkelerin talep ettiği 1,3 trilyon doların oldukça altında kalması, hayal kırıklığına yol açtı. Açıklanan fonların şeffaflık ve hibe boyutları ise hala tartışmalı.

2. Fosil yakıtların geleceği: Kararsızlık devam ediyor
Zirve, fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda net bir adım atamadı ve bir önceki yıl yapılan COP28’ de alınan kararların bu yönde güçlendirilmemesi hayal kırıklığı yarattı.
Liderlerin, özellikle ABD seçimlerinin etkisi altında konferansa katılmamaları, iklim kriziyle mücadelede yeterli kararlılık gösterilmediği algısını derinleştirdi.
3. Teknoloji ve yenilik: Umut vadeden girişimler
Karbon yakalama teknolojileri, yenilenebilir enerji projeleri ve sürdürülebilir altyapı konularında birçok yeni girişim duyuruldu.
Bu girişimlerin hayata geçirilmesi için gerekli finansman ve işbirliği ihtiyaçlarının değerlendirilmesinin ise bir sonraki müzakerelere kadar şekillenmesi bekleniyor.
4. Türkiye’nin COP29’daki rolü
Türkiye, COP29’a Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde üst düzey bir katılım gösterdi. 2053 net sıfır emisyon hedefi, zirve boyunca yinelendi ve Türkiye pavilyonlarında yenilenebilir enerji projeleri tanıtıldı. Ancak, somut bir yol haritası sunulamaması eleştiri konusu oldu.
Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapma yarışı da Bakü’deki zirvenin gündem maddelerinden biriydi. Türkiye ve Avustralya arasındaki bu rekabet, gelecek yıllarda iklim liderliği açısından önemli bir belirleyici etken olabilir. İki tarafta da istekliyiz mesajını korudu ve 2026’da yapılacak COP31 iklim zirvesinin nerede yapılacağı kararının görüşülmesi gelecek sene müzakerelerine kaldı.
5. Dünyanın en sıcak yılı vurgusu
COP29, kaydedilen en sıcak yılın gölgesinde gerçekleşti. Bu durum, zirvenin önemini artırmak yerine, alınan önlemlerin küresel krizin hızına yetişemediğini bir kez daha ortaya koydu. Leiden Üniversitesi’nin raporuna göre, zirvede 1.5°C hedefine ulaşılmadığı, zengin ülkelerin finansman taahhütlerini yerine getirme konusundaki isteksizliği ve fosil yakıtlardan uzaklaşma planlarının yetersizliği gibi konular öne çıkanlar arasında yer aldı.
UNFCCC’nin İcra Sekreteri Simon Stiell’in, “Dönüşümsel Ulusal İklim Planları artık bir seçenek değil, zorunluluk” ifadesi, zirvenin geleceğe yönelik beklentilerini özetliyor.
ABD Seçim Sonuçları Gölgesinde COP29
Gelişmekte olan ülkelere 2035 yılına kadar yılda en az 300 milyar dolar aktarılması konusunda gelişmiş ülkelerin anlaşmaya varması dikkat çeken gelişmelerden biri olurken, birçok önemli liderin konferansa katılmaması, özellikle ABD seçimleri sırasında gerçekleşen bu durum, bazı eleştirilere neden oldu. Liderlerin yokluğu, iklim değişikliğiyle mücadeledeki aciliyetin yeterince anlaşılmadığı yönünde bir izlenim bıraktı ve konferansın başarısızlıkla sonuçlanabileceği endişelerini artırdı.
COP29'un sonuçları, küresel iklim mücadelesinde atılacak adımlar açısından kritik öneme sahip olacak ve gelecekteki politikaların şekillenmesinde etkili olacaktır. Bu bağlamda, ABD seçimlerinin sonuçları da iklim politikaları üzerinde belirleyici bir rol oynayabilir. Bu sonuçlar, ABD'de gerçekleşen seçimlerin gölgesinde değerlendirildiğinde, daha da büyük bir önem kazanıyor.
Donald Trump'ın ABD Başkanı olarak yeniden seçilmesi ve Paris Anlaşması'ndan çekilme sözü vermesi, COP29'un sonuçlarının gelecekteki etkileri açısından belirsizlik yaratıyor. Trump'ın iklim değişikliğiyle mücadelede izleyeceği politikaların, ABD'nin tarihsel olarak en büyük emisyon üreticisi olarak, uluslararası iklim çabalarına olan katkısını nasıl etkileyeceği merak konusu.
Öte yandan COP29'da alınan kararların, ABD'nin iklim politikaları üzerindeki etkisi, özellikle karbon piyasaları üzerine yapılan anlaşmalar ve Paris Anlaşması'nın tüm unsurlarının nihayet on yıl sonra tamamlanması gibi olumlu gelişmelerle dengelenmeye çalışılıyor. Ancak, Trump'ın seçilmesiyle birlikte, ABD'nin uluslararası iklim çabalarından bir kez daha çekilmesi ihtimali, bu anlaşmaların uygulanabilirliği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
ABD seçimlerinin COP29 sonuçları üzerindeki etkisi, küresel iklim politikaları ve işbirliği açısından önemli olabilir. Seçimlerin kazananı olarak Donald Trump'ın ikinci kez başkanlık koltuğuna oturması, önceki dönemdeki iklim politikalarına benzer bir yaklaşımın devam edeceğine işaret edebilir.
Trump yönetiminin, iklim değişikliği konusunda inkarcı tutumları ve fosil yakıtlara olan desteği, COP29'da alınacak kararlar ve küresel iklim eylemi üzerinde baskı oluşturabilir. Özellikle, yenilenebilir enerjiye geçiş ve iklim finansmanı gibi konularda ABD'nin tutumu, diğer ülkelerin politikalarını ve işbirliğini etkileyebilir. Ayrıca, ABD'nin enerji bakanı olarak aday gösterilen Chris Wright'ın, fosil yakıt endüstrisine olan bağlantıları ve iklim değişikliği konusundaki retçi görüşleri, ABD'nin iklim eylemi konusundaki liderliğini daha da zayıflatabilir ve uluslararası arenada işbirliğine zarar verebilir. Bu durum, COP29'da alınacak kararların uygulanmasını ve küresel iklim eyleminin etkinliğini olumsuz yönde etkileyebilir.
Bakü zirvesi, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir platform olmayı sürdürürken, somut adımların eksikliği nedeniyle eleştiriler aldı. 2025 yılında Brezilya’da düzenlenecek COP30’un, bu eksiklikleri gidermesi ve daha güçlü taahhütlerle ilerlemesi bekleniyor.
COP29, bir dönüm noktası mı yoksa kaçırılmış bir fırsat mı? Bu sorunun cevabı alınan kararların önümüzdeki yıllarda ne ölçüde uygulanabilir hale geldiği ile şekillenecek.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.