Trump’ın Körfez Turu: “Önce Amerika” Politikası ve Bölgesel İttifaklar


ABD Başkanı Donald Trump, 20 Ocak’ta göreve gelmesinden bu yana ilk resmi yurtdışı gezisini 13-16 Mayıs tarihleri arasında Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) gerçekleştirdi.
Trump bu ziyaretlerinde kendisine eşlik eden çok sayıda üst düzey ABD’li iş insanlarıyla birlikte bu ülkelerle büyük ticaret anlaşmaları imzalamaya odaklandı.
Söz konusu ziyaretlerde ekonomik boyut ön plana çıksa da, Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile Riyad’da yaptığı görüşme gibi diğer önemli konular da ele alındı.
Trump’ın Körfez turu ve üç Körfez başkentinde gerçekleştirdiği üst düzey toplantılar, büyük ticari, askeri ve teknolojik ortaklıklar kurma yönündeki ortak arzuyu yansıtıyordu.
Bazı durumlarda, Trump’ın seçim kampanyası söyleminden sıyrılamadığı, şahsına ve başarılarına odaklandığı, önceki ABD yönetimlerini ve onların politikalarını hedef aldığı görüldü.
İmzalanan anlaşmalar
ABD ve çok sayıda ulusal şirketin üç Körfez ülkesiyle imzaladığı anlaşmalar, enerji, savunma, yapay zeka, altyapı, yatırım, eğitim, ticaret ve sağlık gibi farklı sektörleri kapsıyor.
Bu anlaşmaların toplam değeri 2 trilyon doları aşarken, Suudi Arabistan ABD’ye 600 milyar dolar yatırım yapma sözü verdi. Riyad’ın bu miktarı 1 trilyon dolara çıkarma olasılığı da bulunuyor.
Diğer yandan BAE, on yıl içinde 1,4 trilyon dolar değerindeki yatırım projeleri imzalarken, Katar, ABD ile enerji de dahil olmak üzere 1,2 trilyon dolarlık ticaret anlaşmaları imzaladı.
Anlaşmalar özellikle Trump tarafından coşkuyla karşılansa da, bu anlaşmaların bir kısmı yeni değil ve özellikle petrol fiyatlarındaki düşüş göz önüne alındığında, bunların gerçek değeri ve uygulanabilirliği konusunda şüpheler ortaya çıktı.
Reuters’ta yer alan bir habere göre, önümüzdeki 10 yıl içinde gerçekleştirilmesi beklenen anlaşmaların toplam değerinin yaklaşık 740 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.
Katar’ın 210 Boeing uçağı satın alma siparişi ve Suudi Arabistan’ın ABD ile yaptığı 142 milyar dolarlık silah anlaşması gibi bazı anlaşmaların hayata geçirilmesinin on yıllar sürmesi bekleniyor.
Pragmatik bir yaklaşım
Trump Körfez turuna, seçim sloganı olan ve yönetiminin dış politikasının temel kılavuzu haline gelen “Önce Amerika” ilkesiyle çıktı.
ABD Başkanı, Körfez ülkeleriyle ticaret anlaşmaları yapmanın ve ABD ekonomisini canlandırmak için ülkeye yatırım çekmenin, Orta Doğu’da maliyetli çatışmalara girmekten daha iyi olduğuna inanıyor.
Bu algıya dayanarak Trump, Riyad’da düzenlenen Suudi Arabistan-ABD Yatırım Forumu’nda yaptığı konuşmasında, önceki ABD yönetimleri ve diğer Batılı güçlerin “ulus inşası” bahanesiyle başvurdukları müdahaleci yaklaşımı kınadı.
Trump, “ulus inşacıları” olarak adlandırılanların, inşa ettiklerinden daha fazla ulusu yok ettiklerine ve kendilerinin bile anlamadığı karmaşık toplumlara müdahale ettiklerine vurgu yaptı.
Bu bağlamda bölge halklarına, kimseden nasıl yaşanacağına dair dersler almadan, “kaderlerini kendi istedikleri gibi şekillendirmeleri” çağrısında bulundu.
Bazı Körfez ülkelerinin tanık olduğu “büyük dönüşümlerin”, Batı müdahaleleri, sözde devlet kurucuları, neoconlar veya trilyonlarca dolar harcayıp Kabil, Bağdat ve diğer birçok şehri geliştirmeyen liberal kar amacı gütmeyen örgütlerin sonucu olmadığını vurguladı.
Bilakis modern Orta Doğu’nun, egemen ülkelerini geliştiren, benzersiz vizyonlarını takip eden ve kendi kaderlerini çizen bölge halklarının kendi elleriyle doğduğunun altını çizdi.
Trump konuşmasında, “Bugün yeni nesil liderler, geçmişin kadim çatışmalarını ve yorgun bölünmelerini aşıyor. Orta Doğu'nun kaosla değil ticaretle tanımlandığı, terörizmle değil teknoloji ihraç ettiği bir gelecek kuruyorlar” diye ekledi.
Bu bağlamda, Trump’ın demokrasiyi yayma ve insan haklarına saygı gösterme iddialarından uzak yaklaşımı, bölgedeki geleneksel ABD politikalarından, özellikle de eski Başkan Joe Biden yönetiminin Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin bir miktar ılımlı seyrettiği politikalardan tam bir kopuşu temsil ediyor.
Ancak Trump’ın ikinci yönetiminde, ABD’nin Körfez ülkelerine ve genel olarak Orta Doğu’ya yönelik yaklaşımındaki değişim, sadece Biden yönetimiyle değil, aynı zamanda kendisinin ilk dönemine göre de belirgin farklılıklar içeriyor.
Örneğin, Trump’ın 2017’de başkanlık görevine geldikten sonra ilk yurtdışı ziyareti Suudi Arabistan ile sınırlı kalırken, ikinci dönemdeki turunda Katar ve BAE’yi de ziyaret etti.
İlk dönemdeki seyahatinde Riyad’dan doğrudan Tel Aviv’e geçen Trump’ın son seyahatinde İsrail’e hiç gitmemesi de dikkat çekti.
Trump, Suudi Arabistan’ı İbrahim Anlaşmaları’na katılmaya ve İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye çağırsa da, bunu bir öncelik haline getirmedi ve herhangi bir ekonomik veya askeri anlaşmayı buna bağlamadı.
Çok sayıda haber ve sızıntı, Trump yönetimi ile Binyamin Netanyahu hükümeti arasındaki önceliklerde bir ayrışma ve belki de gizli bir gerginlik olduğunu gösteriyor.
Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımı, Netanyahu’nun ABD’nin Orta Doğu politikaları karşısında “hayal kırıklığına” uğramasına neden oldu.
Buna karşılık ABD yönetimi yetkililerine göre Trump, Gazze Şeridi’ndeki savaşı sona erdirme yönündeki seçim vaadini yerine getirme çabalarını engellediği için Netanyahu’ya öfkeleniyor.
Ancak şu aşamada Trump ile Netanyahu arasında ya da ABD ile İsrail arasında temel bir farklılıktan söz edilmiyor.
Trump, Netanyahu’nun Gazze’deki saldırı planlarını durdurabilecek kapasitede olmasına rağmen, bunu yapma isteği göstermiyor ve bunu bir öncelik olarak görmüyor.
Gazze’de Hamas’ı ortadan kaldırılma hedefi konusunda Netanyahu ile aynı fikirde. Ancak Trump, Netanyahu’nun ABD’nin tüm bölgesel politikalarını kendisine dikte etmesine izin vermeyi reddediyor, aynı zamanda İran ile bir savaşa girmekten kaçınıyor.
Trump'ın Körfez’deki politikaları ve insan hakları meselelerine karışmaması konusunda ise Netanyahu ile herhangi bir fikir ayrılığı bulunmuyor.
Ancak Trump’ın Katar yönetimiyle yakınlaşmasına karşı İsrail lobisi ve Netanyahu ABD’de bir kampanya yürütüyor.
Trump’ın Körfez ziyareti sırasında Gazze'ye yönelik savaşın durdurulması konusunda ısrar eden ülkenin Katar olduğunu belirtmek gerekiyor.
ABD Başkanı, bölgede ticaret ve yatırım anlaşmaları yapmaya ve bunların başarısı için gerekli koşulları yaratmaya odaklanan gündemini, bunun için İsrail’i devre dışı bırakmak gerekse bile, ilerletmekte kararlı görünüyor.
Bu eğilim, Netanyahu’nun muhalefetine rağmen, yönetiminin İran’la nükleer müzakerelere dahil olmasını ve ABD ile Yemen’deki Husiler arasında imzalanan ve Kızıldeniz’deki İsrail gemilerine saldırı düzenlemeyi veya İsrail’e füze atılmasını yasaklayan herhangi bir koşul içermeyen ateşkes anlaşmasını da kapsıyor.
Trump yönetimi ayrıca, İsrail ile koordinasyon sağlamadan, ABD vatandaşı olan İsrailli asker Edan Alexander’ın serbest bırakılmasını sağlamak için Hamas ile Katar arabuluculuğunda başarılı müzakereler yürüttü.
Bu durum, Alexander’ın serbest bırakılmasının ardından Netanyahu’nun Gazze’ye yönelik bombalamaları daha da artırmasına yol açtı.
Son olarak Trump, Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılacağını duyurdu ve İsrail’in "cihatçı" olmakla suçladığı Ahmed Şara liderliğinde Şam’la ilişkilerin normalleştirilmesi çağrısında bulundu.
Öte yandan, Trump İsrail ile ilişkilerde gerginlik olduğunu inkar etti, Netanyahu da aralarındaki ilişkinin gücünü vurguladı.
Ancak buna rağmen, Trump’ın bölgeye yaptığı ziyaret sırasında İsrail’e Gazze'de gerilimi tırmandırmaması veya Hamas’ın Alexander’ı serbest bırakması halinde söz verdiği gibi bölgeye insani yardım götürmesi için baskı yapması, ilişkilerinde gizli bir gerginliğin varlığını gösteriyor.
Yine de bu siyasi veya stratejik bir gerginlik değil, Netanyahu’nun Trump’ın yapmasını umduğu şeylerle ilgili aşırı beklentilerinden kaynaklanıyor.
İsrail basını, özellikle de Netanyahu’yu eleştiren sesler konuyu abartıyor ve ABD’nin İsrail’e silah satışına ilişkin tüm kısıtlamaları kaldırarak, Netanyahu ve savunma bakanına Gazze’de tam yetki verdiğini görmezden geliyor.
Suriye ile ilişkiler
Trump’ın pragmatik ve anlaşmacı yapısı, Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırma ve 14 Mayıs’ta Riyad’da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile görüşme kararına yansıdı. Bu gelişme, Türkiye ve Suudi Arabistan arabuluculuğunda gerçekleşti.
Trump, kararını “ülkeye istikrar getirmesi ve barışı korumasını umduğumuz yeni bir hükümete destek” olarak gerekçelendirdi ve yaptırımları “acımasız” olarak nitelendirerek, Suriye’nin ayağa kalkma zamanının geldiğini söyledi.
ABD, Şara’yı “terörist” olarak sınıflandırmasına ve liderliğini yaptığı Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) grubunu da terör örgütü olarak sınıflandırmasına rağmen, Trump’ın kendisiyle görüşmeye ikna edilmesinde çeşitli faktörler etkili oldu.
Bunlardan en dikkat çekeni, grubun Esed rejimini devirme ve İran’ı Suriye’den çıkarmadaki rolü, Şara’nın Suudi Arabistan ve BAE ile iyi ilişkileri, Türkiye’nin desteği ve Şam’ın İsrail ile müzakere etme ve terörle mücadelede iş birliği yapma isteği oldu.
Eldeki veriler, Trump yönetiminin Suriye meselesine yaklaşımında iki ayrı cephenin varlığını gösteriyor.
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’ni temsil eden birinci cephe, temkinli bir tutum benimsiyor, bekle-gör yaklaşımını savunuyor ve geçmişlerine dayanarak Şara ve hükümetine güvenmiyor.
Dışişleri Bakanlığı’nı temsil eden ikinci cephe ise, Rusya ve İran’ın Suriye’de yeniden nüfuz kurmasını önlemek için, Esed’in devrilmesiyle oluşan boşluğun hızla doldurulması gerektiğine inanıyor.
Trump’ın Şara ile görüşmesi ve Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılacağını açıklaması, Şara’nın Şam’ın yeniden inşası için Washington’ın desteğini almak amacıyla attığı bir dizi adımla misyonunu kolaylaştırdığı ikinci cephenin yaklaşımı için bir zaferi temsil ediyor.
Bu adımlar arasında yabancı militanların tutuklanması, aracılar aracılığıyla İsrail ile iletişim kurulması ve ABD merkezli petrol ve doğalgaz şirketlerinin Suriye’de faaliyet göstermesine olanak sağlayacak anlaşmalar yapma isteğinin dile getirilmesi yer alıyor.
Beyaz Saray resmi bir açıklamayla, Trump’ın Şara’dan IŞİD’in geri dönüşünü engellemeye yardımcı olması, Suriye’nin kuzeydoğusundaki IŞİD gözaltı merkezlerinin “sorumluluğunu üstlenmesi”, ülkedeki Filistinli direniş gruplarını sınır dışı etmesi ve İsrail’le ilişkileri normalleştirilmesi yönünde çağrıda bulunduğunu duyurdu.
Bu bağlamda yaptırımları kaldırma sürecinin hemen gerçekleşmeyeceği şüphesiz. Zira ABD’nin bazı taleplerinin müzakere şartlarına ve baskılara dönüşmesi muhtemel.
Ancak bunlardan en azından bir kısmının, özellikle finansal transferleri yasaklayanların, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kaldırılması, Suriye ekonomisinin canlanmasına katkı sağlayacaktır.
Çin faktörü
Trump’ın bölge turuna yaklaşımının yanı sıra ticaret ve yatırım anlaşmalarına odaklanmasının pragmatik ve pratik boyutunu vurgulayan bir diğer önemli unsur ise, Çin ile yaşanan ticaret ve teknoloji rekabeti ile Körfez’deki nüfuz rekabetinde kimin daha üstün olduğunun belirlenmesidir.
Bu bağlamda Trump yönetiminin, BAE ve Suudi Arabistan’a yüz binlerce gelişmiş yarı iletkenin (elektronik çip) satışına yönelik kısıtlamaları kaldırma isteği öne çıkıyor.
Bu düşünceyle Trump, Biden yönetimi tarafından oluşturulan ve gelişmiş yarı iletkenlerin, özellikle Çin olmak üzere düşman ülkelere “sızması” korkusuyla, BAE ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Hindistan, Meksika, İsrail, Polonya ve diğer ülkelere ihracatına kısıtlamalar getiren “Yapay Zeka Yayılım Kuralı”nı iptal etme kararı aldı.
Trump yönetimi şu anda, yapay zeka konusunda uzmanlaşmış bir BAE şirketi olan G42’ye yüz binlerce en gelişmiş Amerikan yapay zeka çipini tedarik etmek için olası bir anlaşma üzerinde çalışıyor.
G42, ABD şirketleriyle yeni bir ortaklığa girme hazırlığı içinde Çinli ortaklarıyla bağlarını koparmıştı.
Beyaz Saray ayrıca Suudi Arabistan ile Riyad merkezli bir yapay zeka şirketi olan Humain’in önümüzdeki beş yıl içinde yüz binlerce gelişmiş ABD Nvidia çipini kullanarak bir yapay zeka altyapısı kurma taahhüdünü içeren diğer anlaşmaları da duyurdu.
ABD medyasında yer alan haberler, Trump yönetiminin BAE ve Suudi Arabistan ile yapay zeka teknolojisinde ortaklık konusunda müzakerelere başlamasının, ABD’nin Çin’e karşı ticari ve teknolojik üstünlüğünü güçlendirmenin bu tür ortaklıklar ve yatırımlar gerektirdiği görüşünden yana bir eğilime işaret ettiğini doğruluyor.
Bu yaklaşım, Riyad ve Abu Dabi’nin benimsediği pozisyonu temsil ediyor.
Bu iki ülke, ABD’nin yapay zeka alanındaki küresel silahlanma yarışı bağlamında Çin ile ileri teknoloji ilişkilerine kısıtlamalar getirmesini talep etmesi halinde, Washington’ın kendi teknolojilerine yönelik kısıtlamaları kaldırmada rol oynaması gerektiğini savunuyor.
Öte yandan Trump yönetimi içerisinde, böyle bir ortaklığın hayati teknolojilerin Çin’e sızması ihtimali açısından önemli riskler taşıdığına inanan bir eğilim hala mevcut.
Sonuç
Cumhuriyetçi Parti’nin Trump’ın arkasında durması ve birlik içinde olması, önceki başkanların hareket kabiliyetini kısıtlayan iç kısıtlamalara rağmen, dış politikayı şekillendirmede ona büyük bir güç veriyor.
Bunlar arasında Ukrayna’ya verilen mutlak desteğin kaldırılması ve İran’la nükleer programı konusunda doğrudan görüşmelere onay verilmesi gibi önemli kararlar da yer alıyor.
Nitekim İran’la nükleer müzakereler ve diğer konularda eski Başkan Barack Obama ve Biden’a meydan okumaktan çekinmeyen Netanyahu, Trump’ın İran’la müzakereleri yeniden başlatma kararı, İsrail ile koordinasyon olmaksızın Hamas’la iki kez müzakere yapması, Husilerle ateşkes anlaşmasına varması ve ardından Suriye’deki hükümeti tanıması konusunda sessizliğini korudu.
Tüm bu adımlar, Körfez turu ve bu tur sırasında imzaladığı anlaşmalarla birlikte Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını somutlaştırıyor.
Trump’ın eylemleri ve kazanımlarının potansiyel kişisel niteliği, özellikle de Orta Doğu’daki daha geniş ABD stratejik çıkarlarından ziyade ticaret ve yatırım anlaşmalarına odaklanması göz önüne alındığında, bu eğilimin başka bir boyutu da göz ardı edilmemeli.
Bölge şu anda, Trump ailesine ait şirketlerin Dubai ve Cidde’deki Trump Towers gibi birçok yeni projesine ev sahipliği yapıyor.
Bir BAE yatırım fonu da, bu yılın başlarında Trump’ın dijital para birimine destek sağladı.
Körfez ülkeleri, Trump’ın anlaşmacı ve pragmatik yapısını, ABD ile stratejik, güvenlik ve ekonomik ittifaklarını güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyor.
Ancak Trump’ın bölgeye yaptığı ziyaretin Gazze Şeridi konusunda herhangi bir ilerleme sağlamadığını da belirtmek gerekiyor.
Trump, İsrail’in bölgedeki askeri tırmanışından duyduğu rahatsızlığı dile getirmesine rağmen, Netanyahu’ya bunu durdurması için baskı yapmak adına gerçek bir adım atmadı.
Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi (Alaraby)