Sayfa yolu
Trump’ın İsrail-İran Çatışmasına ve Nükleer Müzakerelere Karşı Tutumu


24.06.2025 - 11:41 | Son Güncellenme:24.06.2025 - 11:51
ABD’nin, İsrail’in 13 Haziran’da İran’a karşı başlattığı saldırıya ilişkin son birkaç gündür yaptığı açıklamalar, ABD Başkanı Donald Trump yönetimi içindeki çelişkiler ve anlaşmazlıkları gözler önüne serdi.
ABD Dışişleri Bakanlığı her ne kadar krizden uzak durmaya çalışsa da, Trump’ın İsrail saldırısını övmesi, bunu önceden bildiğini teyit etmesi ve özellikle de saldırının taraflar arasında Umman’da yapılması planlanan altıncı tur görüşmelerden sadece iki gün önce gerçekleşmesi nedeniyle, ABD’nin tutumunun gerçekliği ve nükleer müzakerelerin geleceği hakkında pek çok soruyu gündeme getirdi.
Trump’ın İran’ı nükleer anlaşmayı imzalamaması halinde büyük bir yıkımla tehdit etmesi, özellikle Kanada’daki G7 zirvesini sona ermeden terk etme kararı ve İran ile İsrail’i gerilimi azaltmaya çağıran sonuç bildirgesini imzalamayı reddetmesi, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırılarındaki rolüne ilişkin soruları doğurdu.
Buna ek olarak, ABD birliklerinin bölgedeki varlığının artması, ülkenin bu savaşa dahil olma olasılığını arttırdı.
ABD’nin pozisyonu

ABD, İsrail’in İran’a yönelik saldırısına katılmayı reddederek, bu saldırının “İsrail’in İran’a yönelik tek taraflı bir eylemi” olduğunu belirtti.
Dışişleri Bakanı Marco Rubio konuya ilişkin bir açıklamasında, İran’ı “ABD’lileri veya çıkarlarını” hedef almaması konusunda uyardı.
Ancak Trump kısa süre sonra Dışişleri Bakanı’nın açıklamasıyla kısmen çelişip bu saldırıyı överek “mükemmel” ve “çok başarılı” olarak nitelendirdi.
Ayrıca İran’ı ülkesiyle nükleer anlaşma imzalamaması halinde daha fazla saldırı ve yıkımla tehdit etti. Daha da ileri giderek, ABD’nin İran’a yönelik saldırıya müdahale edebileceğini söyledi.
Trump, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını nükleer müzakerelerde baskı yapmak için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Tahran’a “bir anlaşmaya varmak için 60 gün verdiğini ve buna uymadığını” düşünüyor. Bununla birlikte İran’ın ikinci bir şansı olduğuna da inanıyor.
Trump ayrıca, İsrail’in bazı İranlı askeri liderleri öldürmesinin, Tahran’ın bir anlaşmaya varması veya “ABD’nin dünyadaki en iyi ve en ölümcül askeri teçhizatı ürettiği, İsrail’de bunlardan çok sayıda bulunduğu, gelecekte daha da fazlasına sahip olacağı ve bunları nasıl kullanacağını bildiği” gerçeğiyle yüzleşmesi için bir teşvik olabileceğini ima etti.
Bu bağlamda, şu soru ortaya çıkıyor: Trump yönetimi, İran’a saldırmak gibi bir niyeti olmadığına dair güvence verip Tahran’ı kandırarak saldırıda suç ortağı mıydı, yoksa İsrail ona bir oldu-bitti mi dayattı?
İranlı yetkililer de dahil olmak üzere ilk görüşü savunanlar, bunu destekleyen bir dizi işarete dikkat çekti.
Bunlardan ilki, Washington’un altıncı tur müzakerelerin Umman’da yapılması konusundaki ısrarı ve Trump da dahil olmak üzere ABD’li yetkililerin müzakerelerde bir ilerleme olasılığı konusunda iyimserliklerini ifade eden açıklamalarıydı.
Bu görüşü savunanlar Trump’ın bir İsrail saldırısına karşı olduğunu iddia ederek aldatma yoluna gittiğini ve “herkesi bir saldırı olacaksa bunun müzakerelerin altıncı turundan önce değil sonra olacağına inandırdığını” düşünüyor.
İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in Danışmanı Ali Şamhani, (İsrail saldırısının ilk gününde suikasta kurban gitti) mayıs sonunda yaptığı açıklamada, Tahran’ın Washington ile şartlı bir anlaşmayı kabul etmeye hazır olduğunu belirtti.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ise, İsrail saldırısından sadece iki gün önce sosyal medyada Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile görüşmelerinin devam edeceğini yazdı.
Trump da saldırıdan önceki gün de dahil olmak üzere, devam eden müzakereleri baltalayacağı gerekçesiyle, İran’a karşı askeri eylem istemediğini defalarca belirtti.
Saldırı başlamadan saatler önce ise Trump, “Bir saldırının yakın olduğunu söylemek istemiyorum ama bu çok mümkün” ifadelerini kullandı.
Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında, İran ile nükleer müzakerelere ilişkin yaşanan anlaşmazlıklar hakkında dolaşan bilgilerin, Tahran’a güvenlik duygusu vermek ve ani bir İsrail saldırısının başarı şansını arttırmak için bir “sis perdesinden” başka bir şey olmadığı anlaşılıyor.
Bu da İranlı yetkililerin Washington’u kendilerini kandırmakla suçlamasına yol açtı.
Buna karşılık ikinci görüşü savunanlar, Trump’ın nükleer görüşmeler devam ederken İsrail’in İran’a ani bir saldırı düzenlemesine destek vermeyi reddettiğine inanıyor.
Ancak İsrailliler, ABD’nin askeri seçeneğe karşı çıkmasına ve İran ile diplomatik bir yol tercih etmesine rağmen, nihayetinde saldırı kararını destekleyeceğine her zaman inandı ve nitekim öyle oldu.
İsrail’in bir “oldubitti” dayattığını savunanlar ayrıca, ABD Savunma Bakanlığı’nın saldırıdan iki gün önce bölgedeki bazı personelin gönüllü tahliyesine başlama kararının altını çiziyor.
Bunun Trump yönetiminin hazırlıksız olduğunu gösterdiğini, çünkü sadece iki günün “insanları tehlikeden uzaklaştırmak” için yeterli olmadığını belirtiyorlar.
Ancak her iki görüşün savunucuları da Tel Aviv’in Washington’a, Tahran’a saldırma niyetini bildirdiği ve ondan yeşil ışık aldığı konusunda hemfikir.
İstihbarat ve hatta belki de İran füzelerine karşı iş birliğinin olduğu herkes için açık.
Diğer taraftan Trump’ın, İsrail’in Hamaney’i öldürme planına yönelik vetosu, Washington’ın hala uyduğu kırmızı çizgiler olduğunu gösteriyor.
Trump yönetimi içinde, İran bölgedeki ABD çıkarlarını hedef almadığı sürece, nükleer programını ortadan kaldırmak için İsrail’in saldırısına katılıp katılmama konusunda hararetli bir tartışma sürüyor.
Netanyahu, Trump’a, İran’da dağların derinliklerine gömülü olan Fordow uranyum zenginleştirme tesisini yok etmek için sığınak delici bombalar taşıyabilen (İsrail’in sahip olmadığı) B-2 ve B-52 gibi büyük ABD bombardıman uçaklarını kullanması için baskı yapıyor.
İsrail, askeri operasyonun sona ermesinden sonra bu tesisin faaliyette kalması halinde, İran’ın nükleer programını “ortadan kaldırma” hedefine ulaşamamış olacağını düşünüyor.
Ancak ABD, İran’ın nükleer programından vazgeçerek çatışmaya barışçıl bir çözüm bulmaya ya da kendi deyimiyle koşulsuz teslim olmaya istekli olmaması halinde Trump’ın bu olasılığı açık tuttuğuna dair ipuçları veriyor.
Bölgedeki ABD askeri varlığının güçlendirilmesi

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları başladığında, Washington bölgeye ilave askeri kaynak ve varlık sevkiyatını hızlandırdı.
ABD Savunma Bakanlığı, 13 Haziran’da USS Arleigh Burke ve USS Sullivan adlı iki destroyeri Doğu Akdeniz’e gönderdi.
Bu iki destroyer, şu anda İran’ın İsrail’in saldırılarına misilleme olarak fırlattığı balistik füzeler ve SİHA’ları engellemekle görevli.
ABD Savunma Bakanlığı ayrıca, önceki iki destroyere katılmak üzere üçüncü bir destroyer olan USS Thomas Hudner’ın gönderilmesini emretti.
Washington, askerleri ve askeri üslerini korumak için bölgeye ek savaş uçakları da konuşlandırdı.
Uçak gemisi USS Nimitz ise, 16 Haziran’da Güney Çin Denizi'nden Orta Doğu’ya yönlendirilerek Umman Denizi’ndeki uçak gemisi USS Carl Vinson’a katıldı.
Hava Kuvvetleri’ne ait düzinelerce yakıt ikmal uçağı, Orta Doğu’daki herhangi bir operasyonu desteklemek üzere ihtiyati bir tedbir olarak bu hafta Avrupa’ya yeni bir konuşlanma için ABD üslerinden ayrıldı.
2024 yılında Washington, ikisi Hint-Pasifik bölgesinden çekilen dahil olmak üzere, Orta Doğu’ya birkaç Patriot hava savunma bataryası konuşlandırdı.
Ekim 2024’te ise ABD, İran ve vekilleri tarafından fırlatılan füzeleri engellemeye yardımcı olmak için İsrail’e yaklaşık 100 askerle birlikte bir Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunma (THAAD) bataryası konuşlandırdı.
Şu anda Orta Doğu’da yaklaşık 40 bin ABD askeri bulunuyor. ABD, İran’ın karşı saldırısına hazırlık olarak İsrail’in Demir Kubbe uçaksavar bataryalarındaki füze stoklarını kısa süre önce yeniledi.
Son haftalarda ise, B-52 bombardıman uçakları, Mart sonundan beri birkaç B-2 bombardıman uçağının da konuşlandırıldığı Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia adasındaki hava üssüne konuşlandırıldı.
ABD, İran’a yönelik saldırıya katılmayı seçerse, bu üs ona karşı hava saldırıları için bir fırlatma noktası görevi görecek.
Trump yönetiminin karmaşık hesapları
Bu savaşın tırmanması karşısında, Trump yönetimi kendisini üç zor seçenekle karşı karşıya buldu.
1- İran ile nükleer programı konusunda diplomatik bir çözüme ulaşılması için baskı:
Ancak bu seçeneğin başarısı, İsrail-İran arasında ateşkes konusunda bir anlaşmaya varılması da dahil olmak üzere birçok engelle karşı karşıya.
Bu, İsrail’in “İran’ın nükleer ve balistik füze programını çökertmek ve bölgedeki direniş eksenini” sona erdirmek gibi hedeflerine ulaşma konusundaki ısrarı göz önüne alındığında olası değil.
İsrail, İran’a böyle bir yenilgi yaşatması durumunda, bunun rejimi devirmek için yeterli olacağına inanıyor.
Washington ise, İran’ın uranyum zenginleştirmeyi durdurmasını ve nükleer tesislerinin çoğunu kapatmasını istiyor ancak İran bunu hala reddediyor.
Bununla birlikte, İsrail’in saldırılarının büyüklüğü ve ABD’nin kendisine karşı savaşa girme korkusu nedeniyle İran’ın Trump ile uzlaşmaya varmaya çalışması ihtimali de var. Ancak ona güvenebilir mi? İran rejimi ABD’nin istediği tavizleri vermeyi göze alabilir mi?
2-Fordow nükleer tesisinin imhasını mümkün kılmak için Netanyahu’nun bastırdığı savaşa katılmak:
Ancak, ABD’nin savaşa girmesi, İran’ı bölgeye yayılmış ABD askeri üslerini hedef almaya ve İran vekillerinin orada faaliyet gösterme olasılığına yol açabilir.
İkinci döneminde, tüm savaşları durdurmak ve barışçıl bir miras bırakmak için çaba göstereceğine söz veren Trump, kendisini Orta Doğu’da büyük çaplı bir savaşın ortasında bulabilir ve bu da başkanlığına zarar verebilir.
Dahası, Orta Doğu’da yeni bir savaşa dahil olması, seçmen tabanı ile destekçilerinin onun vaatlerini yerine getirmesi için zorlamasına neden olabilir.
Buna ek olarak, İsrail’in ABD’yi, kendisinin hiçbir çıkarının olmadığı bir savaşa sürüklemesine izin vermemesini talep eden “Önce Amerika” hareketi arasında bir çatlak oluşturabilir.
3-İsrail’in sadece İran füzeleri ve SİHA’larını engellemesine yardımcı olmak, istihbarat bilgilerini paylaşmak, silah ve mühimmat tedarik etmeye devam etmek:
Ancak bu seçenek Washington için maliyetli, çözülmesi zor ve bölgede ABD’nin çekilebileceği bir tırmanma ihtimalini açık bırakan bir seçenek olacaktır.
Trump’ın, krizle başa çıkma seçenekleri, çelişkili açıklamaları ve yönetiminin tutarlı bir stratejisinin olmaması nedeniyle belirsizliğini koruyor.

Örneğin, 17 Haziran’da Kanada’da düzenlenen G7 zirvesine katılımı sırasında, İran’ın başkenti Tahran’daki tüm sakinlere “derhal tahliye” çağrısında bulundu.
Kısa bir süre sonra Beyaz Saray, Trump’ın “Orta Doğu’daki olaylar nedeniyle” planlanandan bir gün önce G7 zirvesinden ayrılacağını duyurdu.
Trump daha sonraki süreçte, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’daki Durum Odası'nda toplantıya çağırarak krizi görüştü. Ancak, Beyaz Saray sözcüsüne göre Trump savaşa girmeyi reddetti.
Aynı zamanda ABD kaynakları, Trump’ın İran'a yönelik "son çare önerisini" görüşmek üzere Witkoff ve Arakçi arasında birkaç gün içinde bir toplantı ayarlama çabalarını bildiriyor.
Ancak bu reddedilirse, İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak için askeri eyleme başvurabilir.
Sonuç
Trump, İsrail’in İran’a yapacağı bir askeri saldırının, uranyum zenginleştirmenin tamamen durdurulmasını da içeren, kendi şartlarına göre nükleer bir anlaşmaya varma şansını artırabileceğine inanıyor.
ABD Başkanı, İran’ı zayıflamış bir pozisyonda müzakere masasına geri getirmeye çalışıyor.
Netanyahu ise savaşın kapsamını ve hedeflerini daha önce belirtilenlerin çok ötesine genişletti.
Uranyum zenginleştirmeyi durdurmak için Fordow reaktörünü imha etme hedefini belirleyerek, Washington’u bu koşullar altında savaşa sürüklemeye çalışıyor.
Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi (Alaraby)