Sayfa yolu
İsrail-İran Çatışması: Gölge Savaştan Doğrudan Yüzleşmeye


17.06.2025 - 13:24 | Son Güncellenme:02.07.2025 - 17:08
İsrail, geçtiğimiz cuma günü şafak vakti, İran’a karşı “Yükselen Aslan” adında büyük çaplı ve koordineli bir askeri operasyon başlattı.
F-35’ler de dahil olmak üzere 200’den fazla savaş uçağı, İran içindeki yaklaşık 100 hedefe yönelik beş hava saldırısı düzenledi.
Bu saldırı, İran’ın nükleer gücünü vurma hedefinin ötesine geçerek, ekonomiyi hedef alan ve İran rejimini devirme girişimine dönüşen topyekun bir savaşın başlangıcı oldu.
İlk gün İsrail’in (ve tabii ki ABD’nin) istihbarat ve teknoloji üstünlüğünün ön plana çıkarıldığı saldırıda, İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhammed Bakıri ve dokuz nükleer bilim adamının da aralarında bulunduğu yaklaşık 20 üst düzey yetkili öldürüldü.
Söz konusu saldırıda ayrıca İran’ın Natanz (İsfahan), Fordow (Kum), Parchin (Tahran’ın doğusu) ve Arak’taki (İran’ın batısı) nükleer tesislerinin yanı sıra balistik füze üretim merkezleri, fırlatma üsleri ve silahlı insansız hava aracı (SİHA) üretim tesisleri de hedef alındı.
Buna karşılık İran da “Gerçek Vaat-3” operasyonunu başlatarak misillemede bulundu.
Saldırıda kullanılan 150’den fazla balistik füze ve 100’den fazla SİHA’nın çoğu İsrail ve ABD savunma sistemlerini aşmayı başararak, Hayfa ve Tel Aviv de dahil olmak üzere İsrail’in çeşitli bölgelerini vurdu.
İsrail-İran arasındaki bu çatışma, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’ın nükleer programına ilişkin bir anlaşma için belirlediği 60 günlük sürenin dolması ve Washington ile Tahran arasında Umman’da yapılması planlanan yeni tur müzakerelerin duyurulmasının hemen ardından patlak verdi.
İsrail, İran’ın nükleer programını yok ederek, bölgedeki tek nükleer güç olarak mevcut statüsünü korumaya çalışıyor.
İsrail saldırısının zamanlaması

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, iktidara geldiği 2009 yılından bu yana, ister sabotaj amaçlı operasyonları ister İranlı nükleer bilim adamlarına yönelik suikast yoluyla olsun, İran’ın nükleer programının yok edilmesini, kurduğu her hükümetin temel hedeflerinden biri haline getirdi.
Bu bağlamda Netanyahu, İran’ın nükleer konusunun barışçıl yollarla çözülmesine karşı çıkarak eski ABD Başkanı Barack Obama yönetimi tarafından 2015 yılında imzalanan; resmi olarak Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen anlaşmaya kesin bir şekilde karşı durdu ve anlaşmayı iptal etmek için çalıştı.
Trump’ın Mayıs 2018’de anlaşmadan çekilip, İran’a ekonomik yaptırımları yeniden uygulamaya karar vermesiyle de aynı şey yaşandı.
Medyada “maksimum baskı” olarak bilinen bu politika, İran’ı nükleer faaliyetlerinin daha sıkı bir şekilde izlenmesini sağlayacak yeni bir anlaşmayı kabul etmeye zorlamayı amaçlıyordu.
Aynı yıl İsrail, İran’ın nükleer programının arşivini ele geçirmeyi başardı ve bazı bölümlerini kamuoyuna açıkladı.
Kasım 2020’de ise İran’ın nükleer programının “babası” olarak gördüğü Muhsin Fahrizade’ye suikast düzenledi.
ABD eski Başkanı Joe Biden yönetiminde, Washington ve Tahran arasında 2015 tarihli anlaşmaya geri dönülmesi amacıyla müzakereler yeniden başlatılsa da bu çabalar başarısız oldu. Hamas tarafından 7 Ekim 2023’te gerçekleştirilen Aksa Tufanı operasyonunun ardından tamamen durdu.
İsrail ve İran arasındaki Koruyucu Hat Harekatı’nın ardından yaşanan tırmanış bağlamında, 2024’te aralarında iki büyük çatışma yaşandı.
Bunlardan ilki, İsrail’in Şam’daki İran Konsolosluğu’nu bombalamasının yanı sıra Suriye ve Lübnan’da Devrim Muhafızları komutanlarını öldürmesinin ardından Nisan ayında gerçekleşti. İran bu süreçte, İsrail’e yaklaşık 200 füze ve SİHA fırlatarak karşılık verdi.
İkincisi ise, Ekim ayında İsrail’in Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’yi Tahran’da ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı Beyrut’un güney banliyölerinde öldürmesine misilleme olarak gerçekleşti.
İsrail, İran’ın ikinci çatışmadaki yanıtını, nükleer programına saldırmak için kullanmaya çalıştı.
Ancak Biden yönetiminin, İran’la savaşa sürüklenme korkusuyla yaptığı baskılar sonucu, İsrail yalnızca İran hava savunma sistemlerini, özellikle de İsfahan’daki nükleer tesisleri koruyan hava savunma sistemlerini vurdu ve balistik füzeler için katı yakıt üreten tesisleri imha etti.
Trump’ın bu yıl iktidara dönmesi ve İsrail’in bölgedeki İran müttefiklerini zayıflatmadaki başarısıyla, Tel Aviv’in Tahran’ın nükleer programına saldırması sadece bir zaman meselesi haline geldi.
İran, özellikle Hizbullah’ın Temmuz 2006 Savaşı’nda İsrail ordusuna karşı direnç gösterebilmesinden sonra, "ileri savunma" stratejisine ağırlık verdi. Bu strateji, İran’ın Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki bölgesel müttefikleri ve vekilleri üzerinden askeri kapasite inşa ederek, olası bir İsrail saldırısına — özellikle nükleer programına yönelik tehditlere — karşı caydırıcılık sağlamayı amaçlıyor.
Özellikle Hizbullah, İsrail’in İran’a yönelik herhangi bir saldırısının önünde önemli bir engel teşkil ediyordu.
Zira Hizbullah, Lübnan’ın güneyinden İsrail’e coğrafi yakınlığı nedeniyle engellemesi zor çeşitli füzelerden oluşan geniş bir cephaneliğe sahipti.
Ancak İsrail’in Kasım 2024’te Hizbullah’ın askeri kabiliyetlerini yok etmeyi, askeri-siyasi liderlerini hedef almayı ve BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararı çerçevesinde Lübnan’a ateşkes anlaşması dayatmayı başarmasının ardından bu strateji tamamen çöktü.
Bunu Suriye rejiminin düşmesi ve Aralık 2024’te İran ile müttefiklerinin Suriye’den çekilmesi izledi. Bu, İsrail’in İran’a saldırmasının önünü açtı.
Netanyahu’ya göre bunun Nisan 2025’ten önce gerçekleşmesi planlanıyordu ancak Trump’ın İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarının durdurulacağı bir müzakere süreci konusunda ısrar etmesi saldırıyı 60 gün erteledi.
İsrail’in amaçları

İsrail, bu askeri operasyonla İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmayı ve nükleer silah edinme şansını yok etmeyi hedeflediklerini ilan etti.
Bunu yaparken, Irak’ın nükleer programını yok etmesini (1981), Libya nükleer programını ortadan kaldırmasını (2003) ve Suriye nükleer programını vurmasını (2007) sağlayan bir politikanın parçası olarak bölgenin tek nükleer gücü statüsünü korumaya çalışıyor.
Ancak, İsrail’in askeri operasyonun ilk iki gününde vurduğu hedeflerin niteliği, Netanyahu hükümetinin İran’ın askeri yeteneklerini zayıflatmanın yanı sıra, meşruiyetini ve iç prestijini zayıflatarak, Tahran rejimini devirmeye çalıştığını gösteriyor.
Bu, Netanyahu’nun sürekli olarak benimsediği ve Washington’ı ikna etmeye çalıştığı açık ve beyan edilmiş bir hedefti.
Bu bağlamda Netanyahu, cuma günkü saldırılardan sonra yaptığı konuşmada, İran halkını rejime karşı ayaklanmaya açıkça çağırdı.
İsrail’in İran’ın petrol altyapısı ve enerji tesislerini hedef almasının, rejimin politikalarına yönelik iç hoşnutsuzluğu körüklemenin yanı sıra Trump yönetimi tarafından uygulanan ağır yaptırımlara maruz kalan İran ekonomisi üzerindeki baskıyı sıkılaştırarak bu amaca hizmet ettiğine inanılıyor.
ABD’nin pozisyonu
Trump ilk başkanlığı sırasında (2017-2021), İran’a karşı sert bir duruş sergiledi. Eski Başkan Obama’nın imzaladığı nükleer anlaşmadan çekilerek kendi adını taşıyan yeni bir anlaşma imzalamayı umdu ve İran’ı yeni bir anlaşmayı kabul etmeye zorlamak için azami baskı politikası benimsedi.
Beyaz Saray’a yeniden döndükten sonra da İran ile bir anlaşma imzalamaya olan ilgisini yeniledi ve Nisan 2025’te, yeni bir anlaşmaya varılması için 60 günlük bir süre veren bir ültimatom yayınladı.
Anlaşmaya varılmaması halinde, İran’ın nükleer tesislerine ABD veya İsrail’in askeri saldırıları olasılığı da dahil olmak üzere ‘yıkıcı sonuçlarla’ karşı karşıya kalacağı konusunda da tehdit etti.
Söz konusu ültimatom, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından İran Dini Lideri Ali Hamaney’e doğrudan bir mesajla iletildi.
Mesaj, diğer taleplerin yanı sıra İran’ın nükleer programının kaldırılması, uranyum zenginleştirmenin durdurulması ve Yemen’deki Husilere verilen destek ve silahlandırmanın durdurulması gibi katı koşullar içeriyordu.
Bunun karşılığında Trump, ekonomik yaptırımları kaldırma ve İran’ın uluslararası izolasyonuna son verme isteğini dile getirdi.
Hamaney ise bunu İran’a ABD’nin koşulları dayatmayı amaçlayan bir “hile” olarak görerek ültimatomu reddetti.
Ancak, Nisan 2025’te Umman’da başlayan ve Roma’da beş tur devam eden, ABD ile dolaylı müzakereleri kabul etti.
Yine de bu müzakereler, Washington’un İran’ın topraklarında herhangi bir zenginleştirme faaliyeti yürütmesini engelleme konusundaki ısrarı nedeniyle somut bir ilerleme sağlamadı.
Trump, İran’ın nükleer programına karşı askeri bir saldırı başlatmaya hazırlanan Netanyahu’dan, Orta Doğu Temsilcisi Steve Witkoff liderliğindeki diplomasiye bir şans vermesini istedi.
Buna göre İran, 60 günlük süre içinde bir anlaşmaya varmazsa, İsrail’in saldırma planlarını destekleyecekti.
Anlaşma olmadan, verilen sürenin Haziran 2025’te sona ermesiyle birlikte İsrail, Trump’ın “çok başarılı” olarak övdüğü İran saldırısını başlattı.
Operasyonda kullanılan ABD silahlarıyla övünen Trump, İran’ı, müzakere masasına geri dönmezse “gelecek olanın daha da yıkıcı olacağı” konusunda uyardı.
Trump’ın İsrail’in askeri operasyonunu, İran’ı müzakere masasına geri dönmeye ve şartlarını kabul etmeye zorlamak için bir araç olarak kullandığı açıkça görünüyor.
Rejimi devirmek istemiyor, ancak bunun yerine nükleer silah olasılığını ortadan kaldırmak istiyor.
Ancak aynı zamanda, İsrail tarafından İran’la askeri bir çatışmaya sürüklenme olasılığından da çekiniyor.
Bu durum, özellikle İsrail’in tek başına İran’ın nükleer tesislerini — başta Fordow gibi yüksek korumaya sahip hedefleri — tamamen imha edemeyeceği gerçeği göz önüne alındığında daha da önem kazanıyor.
ABD bu savaşa izin vermiş ve desteklemiş olsa da (ki bu olmadan imkansız olurdu), Trump’ın hedefleri için İsrail’i kullandığı sonucuna varmak yanlış olur.
Netanyahu, savaşın kapsamını Trump’ın değil kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde genişletme fırsatını değerlendiriyor ve savaşı tırmandırarak ABD’yi katılmaya zorluyor.
Sonuç
İsrail’in İran’a saldırısı, İsrail’in Koruyucu Hat Harekatı’ndan sonra “direniş eksenini” ortadan kaldırma amacıyla başlattığı bir dizi askeri çatışmanın sonucunda gerçekleşti.
Hizbullah’ın askeri yeteneklerinin yok edilmesi, Suriye rejiminin düşmesi ve Suriye’deki İran yanlısı grupların sınırda ortadan kaldırılmasının ardından İran’ın tamamen hedef olduğu açıktı.
Sonuç olarak, İsrail’in İran’a doğrudan saldırması sadece zaman meselesiydi ve Trump’ın iktidara dönmesiyle bu olasılık da arttı.
İran ile İsrail arasındaki çatışmanın sonucunun ne olacağı belirsiz. Birçok şey, ABD’nin pozisyonuna ve Trump’ın dahil olma isteğine, özellikle de İsrail’in İran’ın nükleer programını yok etmeyi başaramaması veya petrol ve gaz endüstrisini yok ederek üzerindeki baskıyı artırma niyeti ışığında petrol fiyatlarının keskin bir şekilde yükselmesine bağlı.
Doğrudan bir ABD müdahalesi olmazsa, İran çok yüksek bir bedelle askeri, ekonomik ve insani açıdan saldırılara dayanabilir. Ancak, bunun bedelini tek başına ödemeyeceği açık.
Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi (Alaraby)