Hindistan ve Pakistan Arasındaki Çatışmalar: Tarihten Günümüze Uzanan Krizin Arka Planı

Hindistan ve Pakistan arasında uzun yıllardır devam eden çatışmalar, tarihsel, siyasi ve bölgesel dinamiklerle şekilleniyor. Son dönemdeki gerginlikler, sınır ihlalleri ve karşılıklı askeri adımların ardından uluslararası aktörlerin müdahaleleriyle kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Ancak bölgede sürdürülebilir barış için kalıcı çözümler ve diyalog ihtiyacı sürüyor.
aa
Hindistan ve Pakistan Arasındaki Çatışmalar Tarihten Günümüze Uzanan Krizin Arka Planı
22 Mayıs 2025

Hindistan, söz konusu saldırının arkasında Pakistan destekli ayrılıkçı silahlı grupların olduğunu iddia etti. Ancak Pakistan olayla ilgili herhangi bir bağlantısı olduğuna dair suçlamaları reddetti.  

Bu olayın üzerine Hindistan makamları sınır kapılarını kapattı, Pakistanlı diplomatları sınır dışı etti ve 1960 yılında imzalanan İndus Suları Anlaşması'nı askıya aldı. 

Bu adım Pakistan tarafından, “savaş ilanı anlamına gelen düşmanca bir eylem” olarak değerlendirildi. 

Buna karşılık Pakistan ise hava sahasını Hint uçaklarına kapattı ve Keşmir’i bölen Kontrol Hattı’nı belirleyen 1971 tarihli Simla Anlaşması’nı askıya almakla tehdit etti. 

Hindistan’ın Pakistan topraklarındaki kampları hedef alan hava saldırıları düzenlemesi ve Pakistan’ın da Hindistan sınırına taktik balistik füzeler fırlatarak karşılık vermesinin ardından iki ülke arasındaki gerginlik geleneksel hesaplamaların ötesine geçti.  

İki nükleer güç arasında savaş kapsamının genişleyeceğine ilişkin riskler, ABD arabuluculuğuyla kontrol altına alındı.  

Ancak her iki ülkede de milliyetçi söylemin yükselişi, hükümetlerin karşı karşıya olduğu artan iç baskılar, ekonomik zorluklar ve büyük bir askeri çatışmaya yol açabilecek toplumsal gerginliklerle birlikte, çatışmaya geri dönme riski hala mümkün. 

Hindistan-Pakistan

1-Hindistan-Pakistan çatışmasının arka planı 

Hindistan-Pakistan ihtilafının kökleri, Hindistan alt kıtasını yüzyıllarca yöneten ve bu dönemde mezhepsel gerginliklerin beslendiği İngiliz sömürgeciliği dönemine kadar uzanıyor.  

İngiltere’nin 1947’de çekilme kararı almasıyla Britanya Hindistanı, Hinduların çoğunlukta olduğu Hindistan ve Müslümanların çoğunlukta olduğu Pakistan olmak üzere iki ülkeye bölündü.  

Bu bölünme, Hindular ile Müslümanların bir arada yaşamasının imkansız olduğuna dair düşünce temelinde oluştu.  

Nihayetinde gerçekleşen bölünme, her iki tarafta yüz binlerce kişinin hayatına mal olan kitlesel yerinden edilmelere ve yaygın mezhepsel şiddete yol açtı.  

İngiltere, Cammu ve Keşmir Emirliği’ne Hindistan’a ya da Pakistan’a katılma arasında bir tercih hakkı tanıyarak, herhangi bir emirliğin bağımsızlığını reddetti.  

Ancak Müslümanların çoğunlukta olduğu Cammu ve Keşmir eyaletinin Hindu yöneticisi Maharaja Hari Singh, bölgesinin bağımsızlığını kazanmaya çalıştı. 

Pakistan, bu girişimin bölgenin Hindistan’a ilhakının habercisi olduğundan endişe ediyordu. Bu nedenle yeni kurulan Pakistan ordusuyla desteklenen Pakistan kabileleri, 17 Ekim 1947’de bölgeyi zorla Pakistan’a ilhak etmek amacıyla bir saldırı başlattı.  

Bu adım, Hindistan ile Cammu ve Keşmir bölgesi üzerinde ilk silahlı çatışmanın patlak vermesine yol açtı.  

Hindistan Başbakanı Cevahirlal Nehru hükümeti, Maharaja Singh’in onayı ve Hindistan’a Katılım Belgesi’nin imzalanmasının ardından, hava yoluyla bölgeye askeri güçler gönderdi. 

1947-1948 yılları arasında yaşanan savaş, Hindistan’ın bölgenin yaklaşık üçte ikisini kontrol etmesiyle sonuçlandı.  

Aynı zamanda Hindistan, Ocak 1948’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) bir şikayette bulundu. 

BMGK, 21 Nisan 1948’de 47 sayılı kararı yayınladı. Bu kararda birkaç önemli hüküm yer alıyordu. 

İki taraf arasında ateşkes çağrısı, Pakistan kuvvetlerinin (silahlı kabile unsurları dahil) bölgeden çekilmesi, BM gözetiminde Keşmir halkının kaderini ve Hindistan’a veya Pakistan’a katılma hakkını belirlemesine olanak tanıyacak özgür ve adil bir referandum düzenlemek amacıyla güvenliği sağlamak için Hindistan kuvvetleri sayısının azaltılması gibi hükümler en dikkat çekenleriydi. 

1949 yılında ise BM aracılığıyla ateşkes sağlandı ve Keşmir’deki çatışmaları durdurmayı amaçlayan bir ateşkes hattı oluşturuldu. 

Daha sonra 1949, 1950, 1951 ve 1957 yıllarında aynı esasları teyit eden kararlar alınmasına rağmen, tarafların görüş ayrılıkları nedeniyle referandum bugüne kadar gerçekleştirilemedi. 

Hindistan öncelikle Pakistan güçlerinin tamamen çekilmesini talep ederken, Pakistan ise Hindistan’ın referandumu engellediğini ve bölgenin ilhakını sağlamaya çalıştığını vurguladı. 

Böylece BM kararları uygulanmadan kaldı ve bölge Hindistan-Pakistan ilişkilerinde kronik bir çatışma noktası haline geldi. Bunun sonucunda farklı tutum ve çıkarlara sahip bölgesel ve uluslararası müdahaleler ve yenilenen çatışmalar yaşandı. 

Bu durum, 1947-1948, 1965 ve 1971 yıllarında üç doğrudan savaşa ve 1999’daki iki ay süren Kargil Savaşı’na yol açtı. 

Daha sonra 1980’lerde, bölgedeki Hint güçleri ile silahlı bir isyana öncülük eden Cammu ve Keşmir Kurtuluş Cephesi gibi Keşmirli ayrılıkçı hareketler arasında silahlı çatışmalar yaşandı. 

Bu da, Hindistan’ın bölgeye askeri güç konuşlandırmasına ve Pakistan’ı isyancıları desteklemekle suçlamasına neden oldu. 

1947’den bu yana, bölgede konuşlanmış Hindistan güçleriyle girilen silahlı çatışmalarda en az 70 bin Keşmirli öldürüldü. 

1990’ların sonlarında hem Hindistan, hem de Pakistan’ın nükleer silaha sahip olduklarını ilan etmelerinin ardından, çatışma Güney Asya’da güvenlik ve istikrarı tehdit eden kırılgan bir karşılıklı caydırma aşamasına girdi.  

Hindistan-Pakistan ihtilafının, büyük güçler arasındaki rekabet, nüfuz mücadelesi ve ekonomik koridorlar çerçevesine dahil edilmesi durumu daha da karmaşık hale getirdi. 

Hindistan ve Pakistan

2- Mevcut gerilimin nedenleri 

Hindistan ve Pakistan arasında 2014 yılında başlayan gerginliğin tırmanmasına yol açan bir dizi neden bulunuyor. Bunlardan en önemlileri ise şunlardır: 

Hindu milliyetçiliğinin yükselişi 

Hindistan’da 2014 yılında mevcut Başbakan Narendra Modi liderliğindeki Hindu milliyetçisi Hindistan Halk Partisi’nin (BJP) iktidara gelmesiyle birlikte, katı bir Hindu milliyetçisi söylem ortaya çıktı.  

Bu durum, birçok din ve mezhebin bir arada yaşamasının temeli olan laikliği zedeledi ve Hindistan’ı karakterize eden dinsel hoşgörü ve çeşitliliğe ayrılan alanı daralttı.  

Aynı zamanda bu durum, sayıları 200 milyonu aşan azınlıkları, özellikle de Müslümanları öfkelendirdi. 

Söz konusu eğilim, Cammu ve Keşmir’de izlenen politikalara açıkça yansıdı. Merkezi hükümetin güvenlik önlemlerini sıkılaştırması ve ayrılıkçı liderler ile Hindistan’ın bölgedeki askeri varlığına karşı çıkanların tutuklanması, halkın merkezi hükümete karşı öfkesini artırdı. 

Hindistan güçlerini bölgeden çıkarmak isteyen İslamcı gruplara katılan gençlerin sayısının artmasıyla gerilim daha da tırmandı. 

Gerilimi artıran olaylardan en önemlisi, 19 Hint askerinin ölümü ve yaklaşık 30 askerin yaralanmasıyla sonuçlanan 2016’daki Uri saldırısıydı. 

Hindistan, Pakistan’ın desteklediğini iddia ettiği, Keşmir’de faaliyet gösteren Ceyş-i Muhammed’i saldırıya dahil olmakla suçladı ve o tarihten bu yana ikili ilişkiler daha da gerildi. 

İki taraf arasında çatışmalar ve karşılıklı saldırılar yaşanırken, Cammu ve Keşmir bölgesi de dahil olmak üzere, aralarındaki tüm anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesine yönelik kapsamlı siyasi diyalog sekteye uğradı. 

370. maddenin iptali ve Keşmir’in yasal statüsünün değiştirilmesi 

Hindistan hükümeti, Ağustos 2019’da Keşmir bölgesine özel özerklik tanıyan Anayasa’nın 370. maddesini kaldırdı.  

Bu karar, Pakistan’ın uluslararası meşruiyetin ihlali olarak gördüğü ve bölgenin “zorla ilhakı” olarak reddettiği tehlikeli bir siyasi ve güvenlik gerilime neden oldu. 

Aynı yılın ilerleyen günlerinde, Pulwama bölgesinde Hint askerlerinin konvoyuna düzenlenen bir saldırı 40 Hint sınır muhafızının ölümüyle sonuçlanınca gerilim yeniden tırmandı. 

Daha sonra Hindistan, Keşmir’in Pakistan tarafındaki askeri mevzileri vurdu ve bunun üzerine Pakistan da Hindistan’a hava saldırılarıyla karşılık verdi. 

Hindistan ve Pakistan

İstihbarat savaşı ve ayrılıkçı gruplara destek 

Hindistan, Pakistan’ı başta Ceyş-i Muhammed ve Leşker-i Tayyibe olmak üzere Keşmir’de faaliyet gösteren “cihatçı grupları” desteklemekle, Pakistan ise Hindistan’ı ülkenin güneybatısında yer alan ve Pakistan’ın en büyük eyaleti olan Belucistan’daki ayrılıkçı gruplara destek vermekle suçluyor. 

Ayrıca Pakistan, Hindistan’ın istihbarat teşkilatı RAW’ı içişlerine karışmak ve Hindistan karşıtı faaliyetlerde bulunmakla suçlanan liderlere suikast düzenlemekle itham ediyor. Tüm bu faaliyetler iki ülke arasında gerginliğin artmasına neden oluyor. 

Hindistan-Pakistan çatışmasındaki dönüşümler ve değişen angajman kuralları 

2025 yılı, iki komşu nükleer güç olan Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkilerde dönüm noktası oldu. Zira geleneksel angajman kurallarının ihlal edildiğine ve aralarında yeni bir tür çatışmaya doğru gidişin başladığına dair işaretler giderek daha belirgin hale geliyor.  

Bu çatışmanın doğrudan askeri boyut veya sınır anlaşmazlığı ile kalmayıp, iç hesaplaşmalar, etnik gerilimler, ulus ötesi siyasi projeler ve çatışmadan etkilenen büyük güçler arasındaki rekabet nedeniyle daha karmaşık olduğu görülüyor. 

Bu durum, iki taraf arasındaki çatışmanın doğasında, geleneksel diplomatik araçlarla kontrol altına alınması zor olan yapısal bir değişimi yansıtıyor. 

Öte yandan, iki nükleer güç arasında doğrudan bir askeri çatışmaya doğru sürüklenmek, sadece Hindistan ve Pakistan için değil, dünyanın en kırılgan bölgelerinden biri olan Güney Asya’nın tamamına yansıyacak muazzam insani, siyasi ve ekonomik bedeller göz önüne alındığında, taraflar için de rasyonel bir seçenek gibi görünmüyor. 

Bu durum, ABD, Çin ve Rusya’nın başını çektiği büyük güçlerin, çatışmayı kontrol altına almak ve potansiyel bir nükleer çatışmaya dönüşmesini önlemek için mekanizmalar ve girişimler önermede konusundaki rolünü güçlendiriyor. 

Söz konusu değişim, Pakistan’ın Hindistan’ın saldırılarına sert bir şekilde karşılık vermesi, sınır hedeflerine balistik füzeler fırlatması ve hava muharebesinde birkaç Hint uçağını düşürmesiyle özellikle belirginleşti.  

Durumun tam ölçekli bir çatışmaya dönüşebileceğine dair endişeler yaşanırken, ABD Başkanı Donald Trump, çatışmaya doğrudan uluslararası müdahalenin nadir bir örneği olarak, ABD destekli bir ateşkes için müdahale etti. 

Daha sonra, Hindistan ve Pakistan komutanları askeri operasyonları durdurma ve diyaloğu yeniden başlatma konusunda anlaştı. 

Hindistan ve Pakistan

Hindistan-Pakistan çatışmasının uluslararası boyutu 

Hindistan-Pakistan çatışmasının dinamikleri, değişen uluslararası bağlamdan soyutlanarak anlaşılamaz. Çünkü bu çatışma, ABD ve Çin’in başını çektiği büyük güçler arasındaki rekabetin temellerinden biri haline geldi. 

Hint Yarımadası, büyük güçlerin stratejik, ekonomik ve jeo-güvenlik çıkarlarının kesiştiği bir arena olarak biliniyor. 

Bu da, Yeni Delhi ve İslamabad arasındaki her gerilimi, uluslararası sistemin krizleri daha geniş bölgesel çatışmalara kaymadan yönetme kabiliyeti açısından önemli bir sınav haline getiriyor. 

Diğer yandan, Çin ile Hindistan arasındaki jeoekonomik rekabet alanı Keşmir’den Hint Okyanusu’na doğru genişliyor ve teknoloji, altyapı ve tedarik zincirleri gibi hayati alanları kapsıyor. 

Ayrıca Güney Asya, küresel ekonominin geleceğinde giderek daha önemli bir dönüm noktası haline geliyor.  

Bu bağlamda Çin, Kuşak ve Yol Girişimi’nin en önemli projelerinden biri olan 65 milyar dolarlık Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) projesinin bir parçası olarak İslamabad’la ortaklıklarını güçlendirmek için çalışıyor.  

ABD ise, Hint-Pasifik'te Çin’i kontrol altına alma ve Hindistan’ın küresel tedarik zincirinde Çin’e alternatif olma stratejisinin bir parçası olarak, Hindistan ile savunma ve ekonomik bağlarını güçlendirmeyi amaçlıyor. 

Bu aynı zamanda ABD’nin, 1990’ların sonunda resmen duyurulmasından bu yana, İslamabad ve Yeni Delhi arasındaki karşılıklı caydırıcılık denkleminin temel taşı olan Pakistan’ın nükleer kapasitesine ilişkin hesaplamalarını da içeriyor. 

Her ne kadar Hindistan’ın üstün askeri yeteneklerinin dayattığı stratejik bir denge bağlamında ortaya çıkmış olsa da, 2001’den bu yana özellikle terör tehditlerinin tırmanmasıyla birlikte yaşanan iç, bölgesel ve uluslararası değişimler, başta ABD olmak üzere bazı Batılı güçlerin, Pakistan’daki nükleer silahın denetimi ve istikrarı konusunda giderek daha fazla soru sormasına yol açtı. 

Söz konusu taraflar, Pakistan’ın nükleer programının “sorumsuz tarafların” eline geçebileceği ya da iç kaosun tırmanabileceği yönünde endişesini dile getirerek, Pakistan’ın nükleer programının denetlenmesi gerektiğine giderek daha fazla işaret ediyor. 

Bu bağlamda, Pakistan Talibanı veya Leşker-i Cengvi gibi silahlı gruplar, gelecekteki herhangi bir güvenlik boşluğundan yararlanabilecek bu tür tehditlere örnek olarak gösteriliyor. 

Ancak bu güvenlik söyleminin ardında, özellikle büyüyen Hindistan-ABD ortaklığı ışığında, Hindistan’a tanınmış bir nükleer güç olarak stratejik üstünlük sağlamak amacıyla, orta vadede Pakistan’ın nükleer caydırıcılığını azaltmayı veya etkisiz hale getirmeyi amaçlayan daha derin bir stratejik gündemin işaretleri var.  

Bu gündem, birçok faktörden yararlanıyor. Bunların en önemlisi, Pakistan’ı nükleer açıdan istikrarsız bir devlet olarak gösteren sistematik medya söylemidir. 

Dolayısıyla Hindistan’ın, Pakistan’ın nükleer silahlarının uluslararası alanda korunması talebi, ülkenin güvenlik açısından istikrarsızlığı, nükleer tesisleri modernize etme veya koruma kabiliyetini azaltan ekonomik krizler, ayrıca Pakistan ordusundaki dönüşümler ve geçmiş yıllardaki rolüyle karşılaştırıldığında bölgesel nüfuzunun göreceli olarak azalmasından kaynaklanıyor. 

Öte yandan, Hindistan’ın nükleer silahsızlanması konusunda ciddi bir uluslararası talep bulunmuyor.  

Hindistan daha ziyade Çin’e karşı bir “demokrasiler ittifakının” bir parçası olarak görülüyor ve bu da ona nükleer cephaneliğini hesap verilemez kılan siyasi ve stratejik bir koruma sağlıyor. 

Buna göre Hindistan-Pakistan arasındaki çatışma, bölgedeki büyük güçlerin yeniden konumlanmasını etkileyen bir unsurdur.  

Ancak tarafların arasındaki gerginliğin devam etmesi, ABD’nin Asya’da “uyumlu bölgesel bloklar kurma” çabalarını zorlaştırıyor ve hızlanan Çin yayılmacılığı karşısında etkili bir güç dengesi kurmak için gerekli olan istikrarı zedeliyor.  

Diğer taraftan Rusya, açıkça herhangi bir tarafın yanında yer almadan Asya güvenliğinde daha fazla rol üstlenmeyi hedefleyerek, her iki tarafla da dengeli bir ilişki sürdürmeye çalışıyor.  

Ayrıca bazı bölgesel güçler de, bu gerginlikleri kendi stratejik hesapları doğrultusunda diplomatik nüfuzlarını artırmak amacıyla aktif biçimde kullanıyor.

Hindistan-Pakistan çatışmasının, büyük uluslararası güçler ile hırslı bölgesel güçler arasındaki rekabetçi hesaplarla iç içe geçmesi, bu çatışmanın çözümünü ikili bir mesele halinden çıkarıyor. 

Bilakis, jeopolitik hesapların milliyetçi eğilimlerin yükselişiyle, ekonomik çıkarlarla ve sınır ötesi savunma stratejileriyle iç içe geçtiği karmaşık bir meseleye dönüştürüyor. 

Hindistan ve Pakistan

Sonuç 

Hindistan-Pakistan çatışması, Asya’daki en önemli bölgesel çatışma noktalarından ve nükleer silahların potansiyel kullanımını içeren birkaç çatışmadan biri olmaya devam ediyor.  

Ancak mevcut durum, özellikle ekonomik zorluklar, demografik baskılar ve paylaşılan çevresel risklerin ön planda olduğu bir bağlamda, her iki tarafa da siyasi çözümler bulma zorunluluğunu dayatıyor. 

Aynı zamanda Hindistan ve Pakistan’ın Cammu-Keşmir’in geleceğine ilişkin farklı tutumları da, bu kronik çatışmanın devam etmesinin başlıca nedenleri arasında yer alıyor. 

Hindistan, Pakistan ve Çin tarafından yönetilen kısımlar da dahil olmak üzere bölgenin tamamının kendi egemen topraklarının bir parçası olduğunu iddia etmeye devam ediyor.  

Pakistan ise bölgeyi Hindistan ile olan anlaşmazlığın merkezi olarak görüyor ve halkının isteklerini karşılayacak şekilde çözülmesi gerektiğini düşünüyor. 

Bölgesel ve uluslararası ortamın karmaşıklığı göz önüne alındığında, Temas Hattı’nı geçici bir ayrım hattı olarak kabul etmek, durumu yatıştırmak ve gerilimi önlemek için çalışmak, her iki ülke halklarının yaşam koşullarını iyileştirmeye odaklanmak ve Keşmir halkının kendi kaderini tayin etme isteğini yerine getiren kalıcı bir çözüme ulaşılana kadar iki taraf arasında güveni yeniden inşa etmek için pratik adımlar atmanın en iyi çözüm olduğu görülüyor.

 

Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi  (Alaraby)