Avrupa’nın Gazze’deki Soykırıma İlişkin Tutumu Nasıl Değişti?

Avrupa ülkeleri, İsrail'in Gazze'deki politikalarına yönelik tutumlarını son aylarda gözden geçiriyor. Fransa, Almanya ve İngiltere gibi geleneksel destekçiler, insani kriz ve uluslararası hukuk ihlalleri nedeniyle eleştirilerini artırırken; İspanya, İrlanda ve Norveç gibi ülkeler Filistin devletini tanıdı, silah ihracatını durdurdu ve yasal yaptırım çağrıları yaptı. Bu değişim, Avrupa'nın İsrail ile ilişkilerinde "koşulsuz destek" döneminin sorgulandığını gösteriyor.
Fokus+
Avrupa’nın-Gazze’deki-Soykırıma-İlişkin-Tutumu-Nasıl-Değişti?

10.06.2025 - 17:39  |  Son Güncellenme:10.06.2025 - 17:50

Geçtiğimiz birkaç hafta, bazı önemli Avrupa ülkelerinin İsrail’in Gazze Şeridi’nde süren soykırım savaşına yönelik tutumlarında kayda değer bir değişim yaşandı.  

Fransa, İngiltere ve hatta Almanya gibi ülkeler, 19 aydır süren destek, sessizlik veya göz yummanın ardından, İsrail’in Gazze halkına yönelik aç bırakmak da dahil olmak üzere acımasız politikalarına yönelik eleştirilerini artırdı.  

Diğer bazı Avrupa ülkeleri de diplomatik ve hukuki girişimlerde bulunarak, Avrupa’nın Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Gazze’deki politikalarına verdiği desteğin aşınmaya başladığının sinyallerini verdi.  

Başından beri bu savaşa eleştirel yaklaşan İrlanda, Norveç, Slovenya ve İspanya ise, Filistin devletinin Birleşmiş Milletler’e (BM) tam üye olarak kabul edilmesi yönünde çağrıda bulundu.  

Söz konusu ülkeler 28 Mayıs’ta yaptıkları ortak açıklamayla, Filistin devletini resmen tanımalarından bir yıl sonra, iki devletli çözümün uygulanması konusundaki kararlılıklarını bir kez daha teyit etti.  

Bu çağrı, Paris, Londra ve Berlin’in ilişkileri gözden geçirmek ve Tel Aviv’e yaptırım uygulamakla tehdit etmesinin ardından geldi.   

Yedi Avrupa ülkesi de 16 Mayıs’ta ortak bir tutum ilan ederek, İsrail’i Gazze Şeridi’ne uygulanan ablukayı derhal sona erdirmeye ve insani yardım için engelsiz erişime izin vermeye çağırdı.   

Avrupa’nın İsrail’e yönelik tutumları ve Gazze savaşından bu yana yaşanan değişimler  

Avrupa ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişki, Avrupa’da Yahudilere yapılan zulüm, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Holokost ve İsrail ile ABD’nin Orta Doğu’daki ittifakının yanı sıra ticaret, savunma ve teknoloji alanlarındaki iç içe geçmiş çıkarlarla ilgili siyasi ve tarihi mülahazalar zemininde kurulan özel bir stratejik ortaklık çerçevesinde şekillendi.  

Avrupa ülkeleri, onlarca yıldır İsrail’in “meşru müdafaa hakkını” destekledi ve İsrail’in Filistin halkına karşı devam eden ihlalleri konusunda net bir tutum almaktan kaçındı.  

Bu önyargı, Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında daha da belirgin hale geldi.  

Avrupa’nın önde gelen başkentleri, ABD’nin tutumuna yakın pozisyonlar alarak operasyonu kınadı ve İsrail’in Hamas’ın gücü ve Gazze’deki yönetimini ortadan kaldırmayı amaçlayan askeri operasyonlarının arkasında durdu.  

Ancak, özellikle İsrail’in ateşkes anlaşmasını ihlal edip, 18 Mart’ta saldırılara yeniden başlamasının ardından, Gazze’deki savaşın gidişatı, kitlesel açlık ve yardımların kesilmesi, sivillere karşı işlenen suçların yaygın bir şekilde ifşa edilmesine yol açtı.  

Bu durum Avrupa hükümetlerinin resmi tutumları üzerinde baskı yarattı ve İsrail’e yönelik olarak Avrupa’da iki ana yönde kategorize edilebilecek farklı tutumlar oluşmaya başladı.  

1-Miras, silahlanma ve stratejik ortaklıklara dayalı geleneksel destek  

Almanya, “en yüksek ulusal çıkar” olarak bilinen çerçevede, İsrail’e olan “tarihi ve ahlaki bağlılığı” olarak adlandırdığı duruma dayanan bu eğilimin çekirdeğini oluşturuyor. 

Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) Nisan ayında açıkladığı verilere göre, Almanya’nın İsrail’e yaptığı askeri ihracat sadece 2023’te yaklaşık 326 milyon euroya ulaştı. Bu miktar İsrail’in toplam silah ithalatının yüzde 33’üne denk geliyor.

Bu ihracatlar arasında savunma bileşenleri, radar teknolojisi ve hafif ve ağır silahlar yer alıyor ve bu da Almanya’yı İsrail’e silah sağlayan en büyük Avrupa tedarikçisi yapıyor.   

Ancak, Gazze’deki artan katliamlar nedeniyle Almanya’nın pozisyonu, son haftalarda en azından söylem olarak yavaş yavaş değişmeye başladı.   

Berlin Mayıs 2025’te, uluslararası insancıl hukuku ihlal etmek için kullanılan hiçbir silahı ihraç etmeyeceğini duyurdu.  

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde ne yaptığını ve amacının ne olduğunu artık anlamadığını söyleyerek, sivil halka bu ölçüde zarar vermenin artık Hamas ile mücadele gerekçesiyle haklı gösterilemeyeceğini vurguladı.  

Aynı bağlamda, Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, Gazze’deki durumu “dayanılmaz” olarak nitelendirdi ve Almanya’nın daha fazla zarara yol açabilecek silahları ihraç etmeyeceğini söyledi. Bu adım, İsrail ile ilişkilerde bir emsal teşkil etti.  

Öte yandan İngiltere, İsrail’e 2023 yılında yaklaşık 18 milyon sterlin değerinde askeri teçhizat, uçak parçaları ve radar sistemleri ihraç etti.  

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşına karşı ülkede düzenlenen protesto gösterilerine rağmen, İngiliz hükümeti birkaç ay boyunca ateşkes çağrısı yapmayı reddetti ve insani yardımlar için “geçici duraklamaları” desteklemekle yetindi.    

İngiltere daha sonra Fransa ve Kanada’ya katılarak, İsrail’e karşı cezalandırıcı adımlar atma tehdidinde bulunmuş olsa da henüz silah ihracatının tamamen dondurulduğunu ilan etmedi.  

Öte yandan, Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkeler ise, İsrail’e sağcı muhafazakar geçmişlerinden kaynaklanan, ekonomik ve güvenlik ortaklıklarıyla pekişen kararlı desteklerini sürdürdü.  

Bu ülkeler, AB içinde İsrail’e karşı herhangi bir cezalandırıcı adıma karşı sert çizgiyi temsil ediyor.  

İsrail’in “meşru müdafaa hakkını” vurgulayan söz konusu ülkeler, saldırıları kınayan ya da ateşkes çağrısında bulunan kararlarda defalarca çekimser oy kullandı.  

2- Eleştirel siyasi ve hukuki pozisyonlar   

Destek veren ülkelerin aksine, İsrail’e eleştiren İspanya, İrlanda, Norveç ve Slovenya’nın da aralarında bulunduğu, daha sonra Fransa ile İtalya’nın da katıldığı bir Avrupa ekseni ortaya çıktı.   

Bu ülkeler, İsrail politikalarına yönelik daha eleştirel duruşlarının yanı sıra silah ihracatını askıya alma, Filistin devletini tanıma ve Uluslararası Adalet Divanı’nda yasal işlemleri destekleme gibi pratik adımlarıyla öne çıktı.  

Bu bağlamda İspanya, İsrail’in Gazze’deki politikalarını reddeden Avrupa ülkelerine öncülük ediyor.   

Madrid, Ekim 2023’ten beri Tel Aviv’e yönelik askeri ihracatını askıya aldı ve İsrail mühimmatının ithalatına yönelik mevcut sözleşmeleri iptal etti.   

İspanya Sosyal Haklar Bakanı Ione Belarra, İsrail’in Gazze’deki politikalarını “soykırım” olarak nitelendirerek, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması için çağrıda bulundu. Mayıs 2024’te İspanya, Filistin devletini resmen tanıdı ve ardından Lahey’deki yargı sürecine katıldı.  

İrlanda ve Norveç de daha az sert bir tonda da olsa aynı yaklaşımı izleyerek, İsrail ile askeri işbirliğini askıya aldı, BM’nin ateşkes çağrısı yapan tüm adımlarını destekledi ve ortak bir girişimle Filistin devletini tanıdı.  

Daha sonra Slovenya da bu harekete katılarak, İsrail ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesi çağrısında bulunan Avrupa bloğunu güçlendirdi. Fransa’nın tutumu ise, Gazze’ye yönelik saldırılara mutlak destekten, İsrail politikalarını sert bir şekilde eleştiren bir tutuma doğru evrildi.  

Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, daha önceleri “Hamas’a karşı küresel bir koalisyon oluşturma” çağrısı yaparken, geçtiğimiz ay İsrail politikalarına yönelik son derece eleştirel bir duruş takındı.  

İnsani ablukanın sahada savunulamaz bir durum yarattığına vurgu yapan Macron, “Dolayısıyla, önümüzdeki saatler ve günlerde insani durumu karşılayan bir yanıt gelmezse, açıkçası kolektif tutumumuzu sertleştirmek zorunda kalacağız” ifadelerini kullandı.  

İsrailli yerleşimcilere karşı yaptırım çağrısında bulunan Macron ayrıca, adil bir siyasi çözüm sağlanamazsa, Filistin devletini tanımaya istekli olduklarını ifade etti.  

İtalya’nın İsrail yanlısı tutumunda da bir değişim yaşandı. Başbakan Giorgia Meloni Parlamento’da yaptığı açıklamada, hükümetinin savaşın patlak vermesinden bu yana Tel Aviv’e silah ihracatı için verilen tüm yeni lisansları fiilen dondurduğunu duyurdu.  

Söylemin değişen tonuna rağmen bu durum, Avrupa’nın İsrail ile ilişkilerinde uluslararası hukuku ve insan haklarını dikkate alma yönündeki artan eğilimini gösteriyor. 

Avrupa söylemi kısıtlamadan diplomatik çatışmaya  

Avrupa’nın söylemindeki değişim, Gazze’deki abluka ve kıtlığın yoğunlaşmasıyla Nisan ayından sonra hızlandı. 

Avrupa-İsrail ilişkileri, Nisan ayından bu yana değerler ve çıkarlar çatışmasının her zamankinden daha belirgin olduğu bir sınava tabi tutuldu.    

Avrupa’nın İsrail’e yönelik söylemi, Gazze Şeridi’ndeki insani durumun kötüleşmesi, sistematik açlık, kadın ve çocukların doğrudan hedef alınması ve zorla yerinden edilmenin arttığına dair sık sık yayınlanan insan hakları raporları nedeniyle niteliksel bir değişime uğradı.  

Bu gelişmeler, kitlesel halk protestoları, aktivistler ve gazetecilerin tutumlarının sonucunda, Avrupa hükümetleri üzerinde artan bir iç baskı oluşturdu.  

Bu durum da, özellikle uluslararası hukuk konusundaki söylemler ile Filistin-İsrail çatışması konusundaki pratik pozisyonları arasındaki çelişki ışığında, İsrail ile olan geleneksel ilişkileri yeniden değerlendirmeye zorladı.  

Bu değişimin en belirgin tezahürleri ise şunlar oldu:  

Bazı Avrupa ülkeleri, İsrail’e yönelik olarak “itidal çağrılarının” ötesine geçerek, doğrudan cezalandırıcı tedbir tehditlerini de içeren daha sert bir ton benimsedi.  

İngiltere, Fransa ve Kanada, 19 Mayıs’ta ortak bir açıklama yaparak, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve yardım girişini reddetmesinin “uluslararası insancıl hukukun ihlali” olduğunu ilan etti. İsrailli yetkililere yaptırım uygulama tehdidinde de bulundu, ki bu bir müttefik için ilkti.  

Bu adımlar, İsrail’in Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde uzun zamandır sahip olduğu siyasi dokunulmazlığın aşındığının açık bir göstergesi oldu. 

Fransa ve Belçika, İsrail’in savaşta siyasi çözümlere veya insani kurallara saygı gösterme yeteneğine olan güvenin azalmasıyla, Mayıs 2024’te Filistin devletini resmen tanıyan İspanya, İrlanda, Norveç ve Slovenya’nın adımlarını izlemeyi düşünüyor.   

Norveç Dışişleri Bakanı Espen Barth Eide’ye göre, Fransa hareket ederse, birkaç ülke de onu takip edecektir.  

İtalya, Fransa, İspanya ve Portekiz, Tel Aviv’deki büyükelçilerini geri çağırmak da dahil olmak üzere daha da ileri giden adımlar attı.  

Belçika ve İspanya ayrıca, İsrail ile önceki askeri ve ticaret anlaşmalarını iptal etti.  

Bu ülkeler, İsrail’e Avrupa pazarında ticari ayrıcalıklar sağlayan AB-İsrail Ortaklık Anlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.  

Almanya, uluslararası hukukun potansiyel ihlallerinde kullanılabilecek silah ihracatlarına karşı uyarıda bulunduğundan beri, İsrail’e yönelik tutumu Mayıs ayında doruğa ulaşan hızlı bir değişim geçirdi.  

Bu konudaki iç ve dış baskılar arttı ve İsrail’e yönelik kamuoyu desteği yüzde 12’ye düştü.  

Diğer yandan Tel Aviv, Almanya’nın söyleminin sertleştiği bir dönemde, Berlin’in silah ihracatına resmi kısıtlamalar getirmesini engellemek için diplomatik hamlelerini hızlandırıyor.  

Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, ülkesinin İsrail ile ilişkilerini titiz bir hukuki incelemeye tabi tuttuğunu ve Almanya’nın Rusya gibi diğer ülkelerin talep ettiği ilkelere bağlı kalması gerektiğini vurguladı.  

Siyaset ve halkın ruh halindeki bu değişime, Almanya içinde silah ihracatının durdurulmasını talep eden sivil hareketler eşlik etti.  

Alman hükümeti, bazıları açıkça İsrail’e silah sevkiyatının durdurulmasını isteyen koalisyon partilerinin artan itirazlarıyla karşı karşıya kaldı.  

Dolayısıyla Almanya’nın İsrail’e olan koşulsuz desteği, Gazze’deki insani durum kötüleştikçe bu ilişkinin sınırları konusunda soru işaretlerinin arttığı bir dönemde, eşi benzeri görülmemiş bir sınav yaşıyor.  

Avrupa’daki bu dönüşüm, İsrail’i destekleyen geleneksel ittifakın artık istikrarlı olmadığını gösteriyor.  

Ahlaki ve hukuki kaygılar, İsrail’in uluslararası alanda giderek yalnızlaştığı bir dönemde, Avrupa başkentleri ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin sınırlarının yeniden çizilmesinde daha büyük bir rol oynuyor.  

3-Avrupa'nın İsrail’e yönelik tutumunda değişim beklentileri  

Avrupa’nın İsrail’in Gazze’deki savaşına ilişkin tutumlarındaki kayda değer değişimlere rağmen, bunun hem İsrail, hem de Filistin üzerindeki etkileri, bir dizi belirleyici unsur tarafından yönetilmeye devam ediyor.  

AB, İsrail’e diğer ülkeler gibi normal bir devlet muamelesi yapmak yerine gümrük vergileri, vize muafiyetleri, bilimsel işbirliği anlaşmaları ve İsrail üniversitelerine destek gibi pek çok ayrıcalık sunuyor.  

Şu ana kadar, yaptırım uygulamak bir yana, bu ayrıcalıkları durdurmak için hiçbir adım atılmadı.   

Avrupa’nın İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım savaşına ilişkin tutumundaki değişimin olası yansımaları ise iki ana başlıkta özetlenebilir:  

Avrupa'nın tutumundaki değişim, İsrail’şn uluslararası forumlarda uzun süredir sahip olduğu diplomatik desteği zayıflatıyor.  

Bazı Avrupa hükümetleri, özellikle Gazze’de açlığın bir silah olarak kullanıldığına ve insani yardım girişlerinin reddedildiğine dair kanıtların artmasının ardından, İsrail’i açıkça savunmaktan, sert ve doğrudan eleştirmeye ve hatta tek taraflı yaptırımlar uygulamakla tehdit etmeye başladı.  

Bu değişim, Almanya ve Fransa gibi bazı büyük güçlerle stratejik ilişkilerin özünü değiştirmese de, İsrail’i destekleyen geleneksel Batı ülkelerinde açık çatlaklar yaratıyor. 

Filistin devletinin tanınması, Filistin sorununun Avrupa’da tartışmaların merkezine geri dönmesi ve sembolik de olsa bir dizi Avrupa ülkesinin Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail’e karşı yasal işlemlere dahil olması yönündeki artan çağrılar, Filistinlilerin uluslararası hukuku siyasi çatışma için bir araç olarak kullanma yeteneğini artırıyor.  

Filistin devletinin giderek daha fazla tanınması sadece diplomatik bir kazanç değil, aynı zamanda yasal ve kurumsal temsilin genişletilmesi olasılığının önünü açıyor ve henüz Filistin’i tanımamış olan hükümetler üzerinde pozisyonlarını gözden geçirmeleri için baskı oluşturuyor.  

Ancak bu yol engellerle dolu olmaya devam ediyor. Söz konusu ülkelerin çoğu, özellikle de Filistin devletini tanıyanlar, sahada doğrudan uygulama araçlarından yoksun ve savaşı durdurma, ablukayı kaldırma veya siyasi bir çözüm dayatma konusunda tek taraflı bir güce sahip değiller.  

Öte taraftan ABD, Filistin ve İsrail arasındaki herhangi bir müzakere üzerinde baskı kuruyor.   

AB ülkeleri, bu tutumlarını blok içinde fiili baskıya dönüştürmeye, anlaşmaları askıya almaya veya ortak projelerin finansmanı için açık koşullar koymaya karar vermedikçe, en etkili araçları sembolik ve diplomatik alanla sınırlı kalmaya devam edecektir.  

Sonuç  

Avrupa’nın İsrail’e yönelik söylemindeki belirgin tırmanış, çeşitli Avrupa ülkelerinin Filistin devletini BM üyesi olarak kabul etme çağrıları ve yeni Avrupa ülkelerinin Filistin devletini tanıma tehdidi, Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin geleneksel Batı pozisyonlarının yapısında önemli bir değişime işaret ediyor.  

Ancak, bu değişim, siyasi etkilerine rağmen, bir dizi yapısal kısıtlama tarafından yönetilmeye devam ediyor.  

Bunların başında ABD’nin Tel Aviv’e desteğini sürdürmesi ve siyasi süreç ya da barış süreci olarak adlandırılan müzakere edilmiş siyasi yol üzerindeki hakimiyeti geliyor. 

Bazı büyük Avrupa başkentlerinin cezalandırıcı adımlar atma ya da İsrail ile stratejik ilişkilerini yeni temeller üzerinde yeniden şekillendirme konusundaki isteksizliği de bunlar arasında yer alıyor. 

Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi